"Damızlık Kızın Öyküsü" ya da orjinal adıyla "The Handmaid's Tale" adlı romanı Margaret Atwood'un 80'li yılların ortasına doğru Almanya'da Berlin'de yazdığı ve 1985 yılında yayınlanmış altıncı romanıdır. 1969 yılında yazdığı "Yenilebilir Kadın / The Edible Woman" ile 1989 yılında yazdığı "Kedi Gözü / Cat's Eye" adlı romanlarıyla birlikte kadınların durum ve koşullarını, kurtuluş süreçlerini yine kadınların ağzından, gözünden anlatan romanlar dizisi içinde değerlendirilmekte bir üçlemenin ikinci romanı olarak anılmaktadır. Bunlardan ilkinde kadının bireysel ve yakın çevresi içinde aile baskısı ve ondan kurtuluşu, sonuncuda da kadınların, kadınlar üzerine baskısı ve bundan kurtuluş ve özgürleşme süreçleri anlatılmaktadır. Arada yer alan Damızlık Kızın Öyküsü'nde ise içinde bulunulan sistem/düzenin kadınlar üzerine baskısı ve bundan kurtuluş ve özgürleşme süreci tekin bir distopik bir olay örgüsü şeklinde anlatılmaktadır.

Roman 1970-80'lerde geçmektedir. Bu dönemde Amerika'da uzunca bir süredir nükleer bir tehlike sonrası kısırlık ortaya çıkmıştır ve ölü ya da sakat çocuklar doğmaya başlamıştır. Kısırlık yüzünden nüfus giderek azalmakta, tüm toplumu tehdit etmektedir. Bu sırada bir terörist grup temsilciler meclisine saldırır, çatışma çıkar, çok sayıda temsilci ve yönetici öldürülür, hemen arkasından da sıkıyönetim ilan edilir. Roman aynı dönemde Main Eyaletinde bir şehirde yaşanılan olayları anlatmaktadır. Kurulan yeni düzende daha önce sağlıklı çocuk doğurmuş kadınlar yönetici komutanlara damızlık olarak verilmektedirler. Yöneticilerin / komutanların eşlerinin kontrol ve denetiminde yine onların rızasıyla gerçekleşen çiftleşmeler sonucunda bu kadınların doğurdukları çocuklar komutanların ailelerine dahil olmaktadırlar, komutanların eşleri onları sanki kendileri peydahlamış ve doğurmuş gibi sahiplenip büyütmektedirler.

Bu kadınların isimleri yoktur ve kimin için damızlık görevi yapacaklarsa onun adıyla anılmaktadırlar. "Fredinki" adı verilen kadın da bu yöneticilerden birisinin evinde damızlık olarak tutulan bir kadındır. Asıl adı bilinmeyen bu kadın aslında feminist bir annenin kızıdır, eğitimli, işi ve sosyal yaşamı olan, Luke adında biriyle birlikte yaşamaktadır. Resmen evli olmayan çiftin bir de kız çocukları vardır. Darbe sonrasında yeni düzenin kurallarına uygun olmadıkları için tutuklanma tehlikesi ortaya çıkar. Kızlarını alarak bir arabayla ülkeden kaçmaya çalışırlar ama tutuklanırlar. Tutuklamadan sonra kadın bir tolu yaşam alanına getirilmiştir. Burada damızlık olarak ayrılmış ve eğitilmektedir. Luke'in ne olduğu belirsizdir. Kızlarına ise yakalandıkları el konuşmuştur ve kime verildiği bilinmemektedir. Tutuldukları bir spor salonundayken, eski arkadaşlarından birisi bir fırsat bulup kaçar.

Kadın damızlık olarak bir yöneticinin evine getirilir ve 'Fredinki' adı verilir. Damızlık kadınlar çiftler halinde dışarıya çıkabilmektedirler. Fredinki'nin çiftinin adı 'Gleninki'dir. Komutanın karısı eski bir tv. sunucusudur. Fredinki tarafından eski zamandaki adıyla Serena Joy olarak adlandırılmaktadır. Gleninki'yle birlikte kısıtlı sürelerle ve sürekli gözetim altında alışveriş yapmak üzere dışarı çıkmaktadır. Bu sırada egemen sistemin çeşitli uygulamalarına tanık olurlar. Düzen karşıtları ya da isyan edip direnenler, suç işleyenler asılıp bir duvardaki çengellerde sergilenmektedir. Yöneticilerin Damızlık Kadınlarla çiftleşme amaçlı birleşmelerine 'Ayin' adı verilmektedir. Aslında bunlar komutanların eşlerinin gözetim, denetim ve katılımı ile gerçekleşen bir çeşit tecavüz seanslarıdır. Damızlık kadınlar her ay bir sağlık merkesine götürülmekte ve gebe kalıp kalmadıkları kontrol edilmektedirler. Bu süreçte Fredinki'nin aklında hep kaçma, Luke'u ve çocuğunu bularak başka yerlere gitme hayali vardır.

Yaşadığı evin sahibinin makam şoförü Nick'in de aynı zamanda komutan ve eşini de izlediği düşünülen 'gözler'den birisi olma ihtimâli vardır. Nick her ikisiyle de ayrı ayrı eşlerinden habersiz işbirlikleri yapan yakışıklı ve genç bir adamdır. Fredinki bir gece kural dışı olarak odasından dışarıya çıkar ve koridorda Nick'le karşılaşır. Nick ona komutanın çalışma odasında kendisini beklediğini söyler. O gece komutanın eşi dışarıdadır. Söylene saatte odaya gider, komutan onunla o gece scrabble adlı kelime oyunu oynar, magazin dergileri gösterir ve odasına yollarken de kendisini öpmesini ister. Çünkü birleşme ayinleri sırasında yalnızca cinsel birleşme yaşanmakta başka bir temas söz konusu olmamaktadır. Fredinki Nick'in aracılık ve yardımıyla program ve düzen dışı olarak geceleri gizlice komutanı ziyaret etmeyi sürdürür.

Bir gece komutan ona bir kıyafet ve pelerin giydirir ve arabasıyla darbeden önce otel olarak kullanılan, şimdi ise erkeklerin, yasa dışı olarak fahişelik yapan kadınlarla birlikte oldukları bir yere götürür. Orada daha önce toplu tutuklanma yerinden kaçan arkadaşını görür ve ondan kaçtıktan sonra başından geçenleri öğrenir. Bu sırada da düzene karşı mücadele eden yapılarla ilgili bilgi alır. O gece komutanla eve dönerler.

Ertesi gün bu defa komutanın karısı Fredinki'ye gebe kalamadığı için şansının çok az kaldığını söyler, bunu halletmenin yolu olarak da Nick'le beraber olmasını, bunu ayarlayabileceğini belirtir. Böylelikle komutanın kısır olduğu düşüncesi silinecek, kendii bir çocuk sahibi olabilecektir. Fredinki kabul eder ve Nick'le beraber olur. Ancak sonrasında bu kez kendi isteğiyle pek çok kez Nick'in odasını ziyaret eder ve onunla kendi isteğiyle beraber olur.

Yasa dışı davrananlara yönelik 'Kurtuluş Ayini' adı verilen toplu infazlar yapılmakta, Damızlık Kızlar da bunlara hem izleyici hem de infazı gerçekleştirmek üzere katılmaktadırlar. Gizli örgütlerle ilişki içinde olduğunu öğrendiği çifti Gleninki'yle gittiği bir infaz töreninde asılan bir askerin aslında direnişçi olduğunu ondan öğrenir. Ancak ertesi günü Gleninki'nin değişmiş olduğunu, çünkü onun da ilişkisinin saptanıp onu tutuklamaya gelen gizli servis elemanlarının eline geçmemek için kendisini asarak intihar ettiğini öğrenir. Onunla ilişkisi olduğu ve belirli şeyleri bildiği için kendisinin de tutuklanacağından korkar.

Panik ve çaresizlik içindeyken Nick'in de bu olaylardan ve direnişçilerin varlığından haberdar olduğunu öğrenir; belki de direnişçilerle birlik olduğunu düşünür. Nick de onu almaya gelenlerin aslında yeraltı direniş örgütünden direniçiler olduğunu ve onu kurtarmak üzere geldiklerini, kendisine güvenmesini söyler. Gelenler, komutan ve karısının şaşkın bakışları arasında ve hafif yollu itirazlarına karşın Fredinki'yi götürürler. Roman burada biter.

Romanın sonunda bir de not yer almaktadır. Bu notta romanda anlatılan olayların yaşandığı dönemden yüzelli yıl sonrasına gidilmektedir. Tarihle uğraşan akademisyenlerin katıldığı bir akademik / bilimsel toplantıda yapılan sunumda, bu metnin bir askeri sandıkta bulunan 20 teyp kasetine kaydedilmiş ve onlardan çözümlenmiş olduğu dile getirilir. Eskiye dair hiç bir kaydın bulunmaması nedeniyle bu bantlarda anlatılanlar geçmişi aydınlatma konusunda çok önemlidir. Toplantıda geçmişte olanlara ve burada sözü edilen kişilere dair bir akademik tartışma yaşanır. Böylelikle Fredinki'nin daha sonra ne olduğu bilinemese de bu olayları bir banta kaydedecek şekilde özgürlüğüne kavuştuğu düşünülür. Ancak daha sonrasında ne olduğu bilinmemektedir.

Romanda içinde bulunulan sistemin, içinde yaşanılan düzen ya da siyasi modelin kadın üzerindeki baskısı ve kurtuluş olasılığı tartışılmıştır. Edebiyat çevrelerinde "Feminist Distopya" olarak nitelendirilen romanda, feminizmin farklı evrelerinin temel eğilimleri ve yaklaşımlarına, çözüm önerilerine dair koşutlukların ortaya konulduğu ifade edilmektedir.

Politik bir roman olarak değerlendirilebilecek bir yapıt olan Damızlık Kızın Öyküsü'nde aslında kapitalizmin sonu ve bunun arkasından gelme olasılığı yüksek, otoriter/totaliter bir düzenin bireysel düzlemde ve yaşamdaki karşılıkları, bu noktada nasıl varolabileceği ve nelerin yaşanacağı, o dönemde İran, Afganistan, Müslüman ya da tutucu Hristiyan kesimlerde yaşanılan kimi örneklerden esinlenerek anlatılmıştır. Böyle bir durumda kadınların varolabilmek ve yaşamda kalabilmek için, yani zorunluluklar ve farklı nedenler, etkiler altındayken, otorite ve iktidarla nasıl uzlaştıkları, bu durumda kurtuluş ve özgürlük süreçlerini nasıl gerçekleştirebilecekleri tekil bir olay çerçevesinde ifade edilmektedir. Kahramanın yaşamındaki ikili/ikircikli yanlar, bunlara dair duygu ve düşünceler yer yer ironik bir dille anlatılmıştır. Romanda gerçekçi bir toplum ama onun ötesinde bir birey eleştirisi söz konusudur.

Yaşanan olaylar kadınlar üzerinden ve aralarındaki birkaç kadının yaşadıklarını örnekleyerek, yine bir kadının gözüyle anlatılmıştır. Çünkü bu tür koşullarda kadınların mağduriyetleri hem daha büyük hem de daha derindir. Benzer biçimde var kalma ve geleceği var etme konusunda erkeklere göre daha avantajlı oldukları da ileri sürülmektedir.

Kitabın orjinalinde yazarının şiirle olan ilişkisi nedeniyle şiirsel bir anlatım söz konusudur. Ancak türkçe çevirisinde kimisi yanlış algılamaya yol açabilecek, ancak bağlamından doğrusu çıkarılabilen çeviri hataları da okumayı zorlaştırmaktadır.

Yazılar:
Üyelerimizin yazıları:

Başka Bir Dünya
Yurdagül Sayıbaş

Ütopyalar, yaşanan dünyadan yola çıkarak daha güzel, ideal bir dünyanın kurulduğu yapıtlardır. Bunlar tüm olumsuzluklara rağmen insandan umudu kesmeyen yazarlar tarafından yazılmışlardır. Ancak zaman içerisinde yaşadığımız hayattaki olumsuzlukların artması sonucunda karşı-ütopyalar, distopyalar ortaya çıkar. Bunlar ütopyaların aksine olumsuz bir dünya çizerek zamanın getirilerinin kötü olacağını, çünkü insanın kötülüğe meyilli bir varlık olduğu üzerine kurulurlar. Onun bu kötülüğünün kontrol altına alınması gerektiği düşüncesi üzerinden yola çıkarak farklı özellikler taşıyan distopyalar yazmışlardır. Çeşitli biçimlerde gözetlenme eylemi üzerine kurulu ülkelerde insanlar, özgürlükten uzak, karanlık bir dünyada yaşamaya mahkûm edilmiştir. Burada amaç insanları uyarmak, gelecek ile ilgili olası olayları sembolik olarak ortaya koyarak olumsuzlukları yaşanmadan ortadan kaldırmaktır. George Orwell’in 1984 romanı bunun güzel ve güçlü örneklerinden biridir. Yazıldığı tarihten bugüne kadar, her nesli farklı biçimde etkileyen bu roman, karanlık bir dünyanın betimlemesini 3.kişi ağzından yaparak bir karabasan tablosu çizer. Yaşanılan ülkede her şey ‘Big Brother’in kontrolü altındadır. İnsanların özel ve kamusal hayatları tamamen kontrol altındadır. Herkes tek tip bir biçimde yaşamaya mahkûm edilmiştir.

Feminizm hareketine bağlı olarak da ütopya ve distopyalar yazılmıştır.

Charlotte P. Gilman Kadınlar Ülkesi adlı ütopyasında erkeksiz bir toplum kurarken çözümü sadece kadınlardan oluşan bir toplum olarak görür. Kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet rollerinden sıyrılmasının mümkün olamayacağına inanır. Bu rollerden sıyrılmanın tek yolu olarak erkeksiz bir toplumu görür. Ancak romanında sadece kadınların olduğu ülkede, kadınların bir kısmı erkek rolü alarak toplumsal cinsiyet rollerini yeniden ortaya çıkarır. Ve romanın sonunda kadınlar ülkesine gelen üç erkek ile toplum yeni bir düzene geçer. Bu son derece ironik olan romanda aslında toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl da çıkmayan elbiseler gibi üzerimize giydiğimizi bize alay ederek göstermektedir.

Marge Piercy, Zamanın Kıyısındaki Kadın’da hem ütopyayı hem de karşı-ütopyayı birlikte sunarak umut ile birlikte uyarıyı da içermektedir. Romanda bir şekilde akıl hastanesine kapatılan bir kadının telepatik yol ile gittiği bir ülke, ütopya olarak karşımıza çıkar. Bir bakıma roman kahramanı kadın, yaşadığı korkunç dünyadan bu ütopyaya kaçmaktadır. Çünkü yaşadığı dünyada ırkçılık, çevre kirliliği, iletişimsizlik, ekonomik eşitsizlik gibi birçok konuda olumsuz bir ortamda yaşayan temel kahraman Connie için başka bir çıkış yolu yoktur. Burada kadınları ikinci sınıf yapan her şey erkeklerle birlikte yapılmakta ve bir eşitlik sağlanmaktadır. Üreme, çocuk üretim evlerinde yapılmaktadır. Anne-baba kavramı yoktur. Böylece kadının toplumsal hayattan soyutlanmasının önüne geçilmiştir.

Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü adlı romanı totaliter bir rejim ile yönetilen Gilead adlı bir ülkede yaşananları birinci kişi ağzından okura aktarır. Geriye dönüş tekniği kullanılarak geçmişteki yaşantı ile bugün roman boyunca karşılaştırılır. Böylece yeni düzenin korkunçluğu biraz daha fazla okura hissettirilir. Yazar betimlemeler aracılığı ile yeni dünyayı okurun zihninde renkli bir biçimde çizerken geçmişi bir damızlık kızın düşüncelerinde hatırlatarak iki dünya arasındaki farkı ortaya koyar. ‘Göz’ her yerdedir. İnsanları takip eder. Kadının bedeni ve buna bağlı olarak doğurganlığı yönetim tarafından kontrol altına alışmıştır. Kadınların toplumsal sınıfına ya da daha doğrusu görevine göre kıyafetleri vardır. Bu kıyafetler kadınsal bütün özellikleri ortadan kaldırır. Sadece renk olarak sembolik anlamı vardır. Örneğin damızlık kızlar kırmızı giyinirken komutan eşleri mavi giyinirler. Doğurganlık kırmızı ile sembolleşirken kısırlık mavide kendini bulur.

Damızlık kızın geçmişten hatırladıkları toplumun hem olumlu hem de olumsuz özellikleridir. Savaşlar, çevre kirliliği gibi nedenlerden sağlıklı doğum oranları düşmüş, doğurgan kadın sayısı azalmıştır. Bu nedenle sağlıklı ve doğurgan kadınlar damızlık olarak ayrılmıştır. Yaşlı, alt sınıftan kadınlar evlerde çalışırlar. Birçoğu ise uzak kolonilere gönderilmişlerdir. Nükleer atıkları temizlemek, cesetleri ortadan kaldırmak gibi ölümcül işlerde çalışırlar. Aslında bir bakıma ölüme terk edilmişlerdir. ‘Melekler’ adı verilen muhafızlar her yerdedir. Atwood köktendinciliğin toplumlar için nasıl tehlikeler içerdiğini gösterir romanında.

Damızlık kızlar bir okulda ‘teyze’ler tarafından yetiştirilir. Nasıl eski günlerde çocuğu anne yetiştiriyorsa burada da kuralların bekçisi ve taşıyıcısı kadınlardır. Damızlık kızların adları yoktur. Verildikleri komutanın adı ile anılırlar. ‘Fredinki’ gibi. Kadını kimliksizleştirme, rahimden ibaret bir eşyaya dönüştürme temel amaç haline gelmiştir. “Biz iki bacaklı rahimleriz hepsi bu.” Geçmiş hayatta yaşanan hazlar, zevkler hepsi yasaktır. Cinsellik tamamen mekanik bir hale dönüştürülmüştür. İnsanı insan yapan sevgi, merhamet, aşk gibi duygular toplumdan tamamen silinmek istenmektedir. Ve gelecek nesillerin geçmişi tamamen unuttukları zaman bu duyguların da ortadan kalkacağı düşünülmektedir. Ancak damızlık kız ile komutanı arasında gelişen arkadaşlık, birlikte scrabel oynamaları düzenin tüm baskılarına rağmen, ölümü göze alarak insani duyguların yaşandığını görürüz. Sonra komutan ile dostlukları ilerlediği zaman yeraltı örgütüne gitmeleri ve orada yaşananlar da kontrollü de olsa sistemin içinden aykırı seslerin çıktığını görürüz. Çünkü erkekler de bu düzende mutlu değillerdir. Kadın görünür olmaktan çekilip bir eşyaya dönüştürüldüğü zaman, yaratılışı gereği erkeğin de sosyal görünümü ortadan kalmaktadır.

Roman 1.kişinin ağzından yazıldığı için okur, anlatılanları 1.kişinin gözünden görmektedir. Bu Gilead ülkesindeki düzenin içinden, merkezinden bir görüştür. Bu durum her şeyi birinci ağızdan öğrenmemizi sağlar. Ancak diğer taraftan okuru, 1.kişinin görüşüne mahkûm eder. 1984 romanındaki Tanrısal anlatıcının geniş ve ayrıntılı görüşüne burada rastlamayız. Geçmiş ile şimdi arasında gidip gelişler, anlatımın parçalanmasına neden olmuştur. Yazar, 1.kişinin ağzından bu parçalanmayı şu sözlerle dile getirir:
"...Parça parça olduğu için de üzgünüm, çapraz ateşe yakalanmış ya da zorla parçalanmış bir beden gibi. Ne yazık ki değiştirmek için yapabileceğim hiçbir şey yok." Gilead ülkesindeki hayat ve insan da böyle parçalara ayrılmış ve Göz’ün istediği parçalar alınmış, diğerleri yok sayılmıştır.

Romanın sonunda 2195 yılında, bant kayıtlarına dayandırılarak yapılan 12.sempozyum konuşmalarının bir bölümüne yer verilmiştir. Burada açık bir biçimde o dönemde yaşanan hayat ile dalga geçilirken artık öyle bir düzenin olmadığı da okura ince alaylarla aktarılır.

Tarih boyunca birçok sistem kurulmuş dünyada. Her sistem iyi ve kötü yanları ile halkların refahı için çalıştığı varsayımından yola çıkmış. Ancak çoğunluğun cahil olması, söylenenlere körü körüne inanması ve insanın egosu sonucunda sistemler dikta yönetimlere evrilmiş. Ütopyalar da bu yönetimlerin yerine daha iyisinin olabileceğine inanılan dünyalar kurmuş. Burada dikkat edilmesi gereken ütopyalarda yaşayan insanların bilinç seviyesinin yüksek olmasıdır. İnsanın kendisinin ve çevresinin farkında bir birey olarak yaşaması. İyimser bir bakış açısı ile oluşturulan ütopyalar, zaman içerisinde yerini distopyalara bırakmış. Çünkü dünyada yaşananlar ütopyalardaki umudu yok etmiş. Ve distopyalar insana kendi karanlığını göstererek onu uyarmaya çalışmıştır. Her şeye rağmen insanın olduğu her yerde umut da varlığını korumuş.

“Ve böylece adımımı atıyorum, içerdeki karanlığa; aydınlığa ya da.”

(13.06.2017)

Kitaba dair bazı yazılar:
* "Kurbanlıktan Kurtuluşa: M. Atwood'un Kadın Kahramanlarına Feminist Bir Yaklaşım"
Seher Aktarer, Erzurum Atatürk Ün. İngiliz Dili ve Ed. Böl., Yüksek Lisans Tezi, 2014(pdf)
* "21. Yüzyılda Damızlık Kızın Öyküsü" Editör'den; artfulliving sitesi, Mart 2017.
* "Rönesans kadını Margaret Atwood" Aysu Önen, Sabit Fikir, 09 Mart 2017