Hermann Hesse - Bozkırkurdu Hermann Hesse - Bozkırkurdu Bozkırkurdu
Bozkırkurdu, Hermann Hesse'nin, toplumun sığ değer yargılarına ve kişiliksiz, yüzeysel yaşamına uyum sağlayamayan bir insanı anlatan bir romanıdır. Hesse bu romanı için, 1961 yılında "(...) okurlarımın çoğu Bozkırkurdu'nun öyküsünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yokolmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim." demiştir.
Hesse’nin Bozkırkurdu romanı 1927 yılında yayımlanmıştır. Bozkırkurdu, Hermann Hesse’nin eski egolarından biri olan baş figür Harry Haller’in derin ruhsal hastalığının işlendiği hikâyedir. Haller kendi kişiliğinin bölümlere ayrılmasından yakınmaktadır: insancıl, halka uygun yanı ile bozkırkurdu, yalnız, sosyal ve kültürel olayları eleştiren yanı birbiriyle savaşım halindedir ve bu savaşım sürekli Haller’in önüne bir engel olarak çıkmaktadır.
Haller figürünün Johann Wolfgang von Goethe’nin Faust’una ve Hermann Hesse’nin kendine benzer yanları açıktır ve metinde bu benzer yanlar çok kez ima edilmektedir.

Kabul görme
Bozkırkurdu yazarın dünyaca ün kazanmasında ve edebiyat dalında ödül almasında etkili olmuştur. Eser yayımlandıktan sonra birbirine zıt eleştirilere maruz kalmıştır: eser bazı kesimlerce çok sert bir şekilde eleştirilirken diğer kesimlerce hayret verir derecede kabul görmüştür (bunlar her şeyden ince edebi çevrelerde ve sonra da Hippie Hareketinde gerçekleşmiştir). “Kendilerini Gelenek Koruyucuları atayanlar” Bozkırkurdu'nu Amerika’daki kütüphanelerden uzaklaştırdılar. Roman “Uyuşturucu madde kullanımının ve cinsel sapıklığın” propagandasını yaptığı gerekçesiyle Colorado’da kınanmıştır. Bu zıtlıkların üzerine roman 1960’lı ve 1970’li yıllarda Amerika ve Almanya’da Hesse'nin daha etkin bir şekilde kabul görmesine neden olmuştur.

Ortaya çıkma durumu
Hesse Bozkırkurdu’nu yazdığında insanların zihinleri ve ruhları akılcı dünya ve medeniyetin etkisi altında acı çekmekteydi. Yakın felaketler ve yeni savaşlarla ortaya çıkan tehdit kokusu onu rahat bırakmamaktaydı. Elli yaşına yaklaştığı bir zamanda günlüğüne not düştüğü sırada Hesse kendini derin bir kişisel krizin içinde de bulmaktaydı: “Her şeyi fırlatıp atıyorum, hayatımı. (…) Acı çekerek ölme yoluyla ya da Bozkırkurdu sayesinde dünyanıza başka şekilde tepki vermek kutsal olan her şeye ihanet etmem anlamına gelirdi.” Yazarın kendisi gibi Harry Haller, romanın başkahramanı, kendini öldürmeyi düşünmüştür. Bozkırkurdu’nun Bilimsel İncelemesi’nde Bozkırkurdu ortaya çıkışının 50. yılını kendini öldürme fırsatına sahip olduğu gün olarak anmaktadır. “50. yaş günümde, yani iki yıl sonra kendimi asma hakkımı elde ettim.” Başkahramanın isminin baş harflerinin H.H. yazarınkiyle aynı olması o yüzden rastlantı değildir.

İçerik
Yaklaşık 50 yaşında olan Harry Haller 25 sene önce ziyaret ettiği şehre on aylığına yerleşir. Bahsi geçen bu süreçte yeni, bir arkadaşının rehberliğindeki bir “öğrenim süreci” sayesinde kapıldığı derin depresyonun ve topluma duyduğu tiksintinin üstesinden gelir.
Baş figürün önceki yaşamı sadece çok kısa ve söz arasında gösterilir: Haller alt tabaka halkçısı olarak yetişmiştir; şiir, müzik ve felsefe ile mesleği gereğince ilgilenmiştir, kitap yazarı, Mozart ve Goethe uzmanı olarak öne çıkmıştır; onun pasifist görüşleri halk arasında bilinmekteydi. Birçok kez kaderin apaçık sillesini sindirmek zorunda kalmıştır. Bir defasında ününü ve servetini kaybetmiş, diğer defasında karısı aklını kaybedip onu terk etmiştir. Artık daha fazla tatminkârlık bulamayıncaya ve daha çetin ve zorlu yolculuklar evresi başlayıncaya dek kendisini işine yoğunlaştırmıştır. Onunla ancak “İşsiz, ailesiz, yurtsuz” kaldığı ve hala yollarda olduğu bu yolculuk evresinden sonra karşılaşmaktayız. Haller’in şanstan yana tasviri şiir ya da müzik sayesinde "sonsuz hazzı, yaşantıyı, kendinden geçmeyi ve isyanı” tattığı sevinç saatleriyle belirlenmiştir ve “Tanrıyı işini yaparken” gördüğü anlar Haller'i mutlu etmekteydi. Çevresindeki halkçı düzeni gizlemektedir ve bu düzene zarar verdiğine inandığı "Tanrıya ait altın bir izi" yeniden bulmaya hasrettir. Sahip olduğu ruhlarının birbiriyle çatışmasından dolayı var olamadığı, Tanrıya ait bu dünyada eserleriyle yer almak için var gücüyle çaba sarf etmektedir.
Çünkü Haller “Bozkırkurdu”, yani iki yaratık olarak yaşamaktadır: İnsan olarak eğitimli vatandaştır, güzel düşüncelere, müziğe ve felsefeye ilgisi vardır, bankada parası vardır, halkçı kültürün ve uzlaşının yandaşıdır, halkın giydiği elbiseleri giyer ve olağan özlemleri vardır. Kurt olarak halkçı toplum ve kültürde yalnız kalmış, kendini “üstün dehanın vatandaşlarından biri”, olaylara dıştan bakan ve siyasi devrimci olarak gören kuşkucunun tekidir. Basitçe söylemek gerekirse, ondaki insan ve kurt zıtlığı zihnin ve dürtünün zıtlığıdır.
Haller, hayatındaki yolda her ne kadar kaderin ona oynadığı oyunla onun hayatta elde ettiği kavrama ve derinlemesine inme yeteneği arasında bir bağlantı sezse de aynı zamanda onun yalnızlıkta ve kuşkuculukta elde ettiklerini de göz önünde bulundurmak gerektirmektedir. Haller intihar etmeyi düşünmektedir, ayrıca her nedense 50. yaş gününde kimseye haber vermeksizin intiharını gerçekleştirmeye karar vermiştir.
Haller, halk kültürünün yarattığı can sıkıntısı, karmaşası ve savaş kışkırtmalarıyla bezgin hale gelmiş, fakat diğer kültür onu yalnızlık ve kuşkuya boğmuştur; buna bağlı olarak bir “Bozkırkurdu“nun hayatını kolaylaştırmayan iki zamanın, iki kültürün ve iki dinin arasına sıkışıp kalmıştır. Fakat onun halkçı olmayan görüşüne rağmen odasını kiralayan bayanın halkçı düzeni büyük bir çekicilik oluşturmaktaydı: Sakinliğin ve temizliğin kokusu, orman çamından yapılmış merdivenlerin titiz bir şekilde biçimlendirilmesi ruhunun öldüğü bu günlerde kafasındaki sorulara cevap bulduğu sakinlik noktaları ve keyif aldığı şeyler doğmaya başlamıştır.
Bir süre ikamet ettiği kentin tam ortasında dans edilen bir lokantada öncelikle ona eskilerin “Hermann”ını anımsatan ama belki de Hesse’nin sadece kadınsı eski egosu olan anlayışlı Hermine gibi çift cinsiyetliliğiyle karşılaşmaktadır. Hermine genç bir kadın olarak geçimini sürdürmek için gerekli olduğu zamanlarda fahişelik yapmaktadır. Aynı zamanda Haller’i yeni deneyimlere sürükleyen kişidir. Bir zamanlar Vergil'in Dante’nin gözünde olduğu gibi. Haller ve Hermine kendilerini “kardeş” olarak tanımlamaktadırlar, Hermine kendini Haller’in dileklerini dinleyip ona karşılık veren bir varlık aynası olarak, ona bir “sevgili” olarak yeni ritimlerde dans etmeyi, gülmeyi ve yaşamayı öğreten biri olarak görmektedir. Haller’in kendi talihini kendi eline almak zorunda olduğunu öğretmesi, Haller’e verdiği en büyük öğretidir: "Bir kez bile dans etmeden hayata emek verdiğini nasıl söyleyebilirsin?"
Onun Hermine’yi can kulağıyla dinlemesi Hermine'yi hayatta tutmaktaydı ve Haller'e daha ilk randevularında Haller'in onu bir gün öldürmek zorunda kalacağını bildirmektedir. Bu ikilemli kadın sadece kendi kaderini belirlemekle kalmamaktadır, bunun yanı sıra onunkini de bilmektedir. Her ikisinin hakiki ve iddialı “bir boyutta birçok olan” insanlara ait olduklarını, kendisinin ve Haller’in o yola doğru ilerleyen "ulvi kimselerden" sayıldığını açıklar.
Hermine, bir zaman sonra geç olgunlaşmasının pedagojik nedenlerinden dolayı Haller’i Maria ile aynı yatağa sokar, Maria güzel bir kadın olmakla birlikte Hermine’nin iş arkadaşıdır. Haller Maria ile oynadığı aşk oyunu için bir daire kiralar ve bedensel hazzı ilk defa onunla keşfetmektedir. Ama aradan bir süre geçince Haller yeni mutluluklar aramaya başlar, ona ölme arzusunu tattıran ve yeni bir gelişmeye ilk adımı attıran yeni tutkuya hasret kalmaktadır. Çok gereksiz bir şekilde Maria’dan ayrılır: “Artık gitme zamanım geldi.”
Haller akşamları geç saatlerde bir sürü salonu, koridoru ve katı olan büyük bir binada düzenlenen bir maskeli baloya gitmektedir. Kalabalığın içinde Hermine’yi bulamaz, ancak ertesi gün cehennem olarak dekore edilen bodrum katında düzenlenecek sihirli tiyatroda ona dair bir iz bulur. Orada Maria ve erkek kostümü giyen ile tekrar karşılaşır; Haller, Hermine’ye bakarak “saçına az özen gösteren ve az süslenen” gençlik arkadaşı Hermann’ı tanır ve onun hermafrodit büyüsüne bir kez daha teslim olur. Hermine/Hermann ve Haller aynı kadınlarla “bir kadını elde etmeye çalışan erkeğin rakibi erkek” olarak birbirleriyle çatışır; “Her şey bir masaldı, bir boyutta daha zengin, bir anlamda daha derin olan her şey oyun ve simgeydi.”
Haller cehennemde birkaç kişilik değişmesini daha yaşar: bireyselliğinin birçok kez yıkıma uğradığını görür, aynı şekilde sevincinin “unia mystica”sını (gizemli birlik), Hermine’yi birden “yüzü beyaza boyanmış Pierette” olarak görür, beraber bir "evlilik dansı" ederler ve gözlerinden "benim zavallı küçük ruhum bakar." Bu mistik birleşmeyle dönüşümün son evresi başlar: Hermine, Pablo, bir müzisyen ve Hermine'in arkadaşı ve Haller beraber uyuşturucu içerler ve bunun etkisiyle Haller'in ruhunda bir resim salonu açılır, içinde “gerçeklerin değil, sadece resimlerin olduğu”, uzun süredir aranan "Sihirli Tiyatro”: Haller, içerisinde ona gülmeyi öğreten olayların oynandığı loca kapılarında sayısız çekici kitabe bulunan bir tiyatronun at nalı biçimindeki bir koridorunda kendisini bulur. Yaşadığı altıncı olayda paramparça olmuş bir aynaya ayağıyla basar ve içinde Pablo ve Hermine’in aşk oyunundan harap düşmüş bir şekilde uzandıkları locaya girer. Haller aşk sarhoşluğuyla bıçağı Hermine’nin sol göğsünün altına saplar ve Hermine’den kan aktığı görülür.
Haller’in aklına ölümsüzlük hakkında mısralar gelir, Mozart locaya girer ve Händel'in radyodan müzik dinlemesi için ona hizmet eder; Haller için bu kutsal bir şeye saygısızlık etmek gibi bir şeydir, Mozart içinse tanrısal fikir ve dünyevi görüngüler arasındaki kavgaya gülme sebebiydi sadece: Haller gülmeyi, sadece yapmacık bir neşe olabilecek mizahı öğrenmeliydi. Ona önceden bildirilen, ancak tam anlamıyla gerçekleşmeyen Hermine’in ölümünden ötürü sonsuza dek yaşama ve gülünerek aşağılanma cezasına çarptırılmıştır, çünkü bunu bir bıçakla gerçekleştirmiştir (kendisine ve kıskançlığına gülmemişti). Haller bu oyunu bir dahakinde daha iyi oynayacağına dair iyimser yaklaşmaktadır.

Yapısı
Roman ilk kısmında üç farklı anlatıcıyı dile getirmektedir: Haller'in on ay süreyle evinde kaldigi ev sahibesinin yeğeninin Bozkırkurdu hakkında kişisel izlenimlerini yansıttığı yayımcının önsözü ilk olarak yer almaktadır; ikinci olarak kendi yaşantılarını anlatan Harry Haller'in notları vardır ve üçüncü olarak da Bozkırkurdu’nun dışarıda kalanları, dışarıda kalanlar burada ölümsüz olanlardır, soğukkanlı ve nesnel olarak analiz ettiği Bozkırkurdu’nun Araştırma Yazısı yer almaktadır. Bu makale bir “iç biyografi”, her şeye egemen bir üst anlatıcının psikanalizi gibi kahramanın kendini okuduğu, neredeyse kitap içinde kitaptır. İçindeki notlara sonradan devam edilir. (Hesse, yabancı yazıların yayımcısı olarak kendini kurgusal göstermek için aynı tekniği diğer eserlerinde de kullanmaktadır.)
Kitabın kahramanın yaşadığı zamanı üç perspektifle yakından ele alan üç farklı anlatıcısıyla roman, derlemeci bir yenilikle ortaya çıkmıştır. Araştırma yazısını romanın ilk basımlarında, hatta ayrı sarı broşür olarak oraya eklemesi bakımından, Hesse bu üç anlatıcı için önemliydi. “Yayımcı” topluma, kültüre ve Harry Haller'e dıştan "halkçı" bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Haller'in içindeki dünya her şeyden önce onun sevince ve başarıya ulaşamamasının önünde durmaktadır. İçindeki dünyanın, düşünceyi putlaştırması ve Haller'in kendi içinde bulunduğu zamanın ruhsuzluğu araştırma yazısının bakış açısına göre ortadan kaldırılmaktadır. Bu, Haller'in yapay da olsa yeniden üretken olduğu ve kendi ölümsüzlüğüne giden yolda devam edebildiği “biyografik bir laboratuvardaki” şartlar gibi incelenmektedir.
Başkahramanın eşit haktaki bakış açıları romanın ilk bölümünü oluşturmaktadır, kimlik ve kimliğin gelişimi konusunu yeniden biçimlendirmektedir. Romanın sonraki her iki kısmı Haller'in ilerleme mücadelesini engelleyen tek taraflı bakış açısının kaldırılmasının yaşanan biyografide nasıl görülebileceğini araştırmaktadır:
Uygulamanın ikinci kısmında Haller’in deneyimleri bir yaşam alternatifi elde etmiştir. Üç perspektifin belli bir dereceye kadar problemin ve çözümün taslağının yorumlanmasından sonra başkahraman, Haller’in iç dünyasal özlemlerinin ve kaderlerinin kişileştirmesi olarak görülebilecek üç arkadaşıyla Hermine, Maria ve Pablo, ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce Hermine figürü Haller'in/Hesse'nin bir kadınsal eski egosuna dönüşmektedir; çünkü o hem Haller'in ruhunun aynasıdır hem de sonradan bir “Hermann”a dönüşen cinsiyettir. Haller tüm üç yan karakterle onun önceki yaşamına dair antitezini öne sürmektedir ve Sihirli Tiyatro'nun dönüşümü yoluyla üçüncü bir adımda her şeyi aşmaya hazırlık yapmaktadır.
Romanın üçüncü kısmında, diyalektiğin kaldırıldığı kısım, başkahramanın tek taraflı resimlerinin dönüşümü ve çözülümü başlamaktadır. Bu kısım “cehennem” olarak anlatılan bir dans sarayının alt katında geçmektedir (Dante’nin aynı şekilde cehennemde başlayan İlahi Komedya adlı eserine birçok kez gönderme yapılmaktadır). Birbiriyle uyuşmayan ve birbirinden çok ayrı dünyaların ortadan kaldırılması mantığı bu cehennemde ölüp ölüp dirilmek demektir: Haller’in birçok kez ölmesi, sembolik de olsa idam edilmesi, Hermine’nin Haller tarafından sembolik olarak öldürülmesi ve şoförlerin silahlı kavgada kurban verilmesi gibi bir sürü ölüm vardı bu cehennemde.

Anlayış
Bozkırkurdu hakkında yazılan çalışma yazısında insani ruhun çok yönlülüğü, benlik çözülmesi sorunu daha yakından tanımlanmaktadır. Sadece “bir ruh” ve Haller’in “insan” ve “Bozkırkurdu” yönündeki çift varlığa bürünür olması yoktur, insanın içinde bunun yanı sıra kimi zaman çocuksu, kimi zaman ise dik kafalı bir şekilde ortaya çıkan bir sürü farklı biçim vardır. Homojen bir bireyin olmadığı, bunun yerine ruhun farklı kısımlara ayrıldığı görüşü bu neslin güven duygusunu sarsmaktadır. Özellikle dışavurumcu yazarlar iki ruha sahip olmayı sık sık konu edinmişlerdir ve yazarların tutumları bundan etkilenmiştir. Bu düşünce figürü, içgüdülerin ve bilinç dışılığın esiri olmayı araştıran Sigmund Freud’un kuramsal yazılarında olduğu gibi Friedrich Nietzsche’ye göre Apollon’un ve Dionysos’un birbirinden ayrılması sayesinde hayata geçirilmiştir. Bu ruh çeşitliliğinin birliği bu yüzden sanatçılar ve aydınlar için sorun olmuştur.
Hesse, kitaplarının birçoğunda çile hayatını ve manevi ilhama erişmeyi konu edinmiştir. Bozkırkurdu’nun içsel dağınıklığı ve her iki ruhuyla bütünleşme çabası Orta Yol'un Budist ilkesini yansıtmaktadır, yani iyi ve kötünün insanın gerçekliği olduğunu (Hesse’nin Demian eserinde olduğu gibi) yansıtmaktadır. Her kim bunu kavramışsa Bozkırkurdu’nda ölümsüzlerin yaptığı gibi evrenin derin anlayışına gülümseyebilir. Mizah aşkınlığın bir türü olarak ortaya çıkmaktadır: Mizah bizim dilediklerimizin gülünebilir yanlarını ve sonsuzluğun bulunulan yerine olan korkularımızı bize göstermektedir.

Hermann Hesse Biyografisi:
Hermann Hesse 1877’de Almanya’da dünyaya gelmiştir. Koyu dindar bir aile ortamında yetişmiştir. 1891’de Evangelical Theological Seminary’e katıldıktan bir yıl sonra isyankâr yanı ağır bastığı için okuldan kaçmıştır. Daha bu yıllardan itibaren bütün toplumsal dayatmalara karşı eleştirel bir yaklaşım sergilemiş ve bu toplumsal normlar yerine kendi değerleriyle kendini gerçekleştirme savaşı vermiştir. Sorunlu bir dönem geçiren ve üzerinde dini baskı kurmaya çalışan anne babasıyla pek çok konuda anlaşmazlığa düşen yazar, intihar girişiminde bulunmuş, sonra da bir enstitüye yatırılmıştır. Jung’un öğrencisi Lang’ın tedavi ettiği Hesse’nin, ruhbilime ve Jung’a duyduğu ilginin bu durum sonrasında artarak iç dünyasının zenginleşmesine neden olduğu düşünülebilir. 1892’nin sonunda eğitimine devam etmek üzere Cannstatt’taki Gymnasium’a başvurmuştur. Eğitim sistemindeki aşırı katı kurallar ve misyoner babasının dinsel baskıları Hesse’yi çok rahatsız etmiş, bu yüzden kendi yolunu bulmak için uzun süre mücadele etmek zorunda kalan Hesse, bir kitapçıda çalışmaya başlamıştır. Üç gün süren kısa kitapçılık macerasının ardından, 1894 yazında yaklaşık bir yıl çalışacağı bir fabrikada iş bulmuş ama işin mekanik yapısı nedeniyle bunalıp eski işine geri dönmüştür. Doyum bilmez bir okuyucu olan Hesse, burada filoloji, teoloji ve hukuk üzerine bol bol okuyarak bu konularda neredeyse uzmanlaşmaya başlamıştır. Goethe, Lessing, Schiller gibi yazarlarla ilgilenmiş ve Yunan mitolojisi üzerinde çalışmıştır.
1896’da ‘Madonna’ isimli ilk şiiri yayımlanmıştır. Hesse, Alman romantikleri Clemens Brentano, Joseph Freiherr von Eichendorff, Friedrich Holderlin ve Novalis’ten ilham almıştır. 1898’de şiirlerini bir araya getirdiği “Romantik Şarkılar” isimli kitabını yayımlayan Hesse, bir yıl sonra da “Gece Yarısından Bir Saat Sonra”yı çıkarmıştır. 1899’un sonbaharında Basel’de antik kitaplar satan bir kitapevinde çalışmaya başlamıştır. Gözlerindeki rahatsızlık yüzünden askerlik görevinden muaf tutulan Hesse’nin, bitmek bilmeyen ve hayatı boyunca da yakasını bırakmayacak olan baş ağrıları o dönem başlamıştır. 1901’de görmeyi çok istediği İtalya’ya giden Hesse’nin şiirleri ve yazıları gazetelerde yayımlanmış ve büyük ilgi görmüştür. Sonunda yayımcı Samuel Fischer’ın “Peter Camenzind” isimli kitabını okuması, Hesse’nin yazarlık kariyeri için dönüm noktası olmuştur. 1904’de Maria Bernoulli’le evlenen Hesse’nin ikinci romanı “Çarklar Arasında”, 1906’da kitap raflarındaki yerini almış ve onu 1910’daki “Gertrude” takip etmiştir. Kitap beklenen ilgiyi görememiş, Hesse yazıyla başının dertte olduğunu açıklayıp bunu başarısızlık olarak nitelendirmiştir. Hermann Hesse Budizm’le yakından ilgilenmiştir. Hindistan’a olan ilgisi Schopenhauer’un eserleriyle daha da canlanan Hesse, Sri Lanka ve Endonezya’ya gitmiştir. İki ülkenin yazar üzerindeki ruhsal ve dini etkileri eserlerine de yansımıştır. 1914’te “Rosshalde” isimli romanı yayımlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı başladığında İsviçre’de olan Hesse, Alman Hükümeti’ne savaşmak için gönüllü olduğunu bildirmiş, ancak başvurusu sağlık sorunları nedeniyle kabul edilmemiştir. Hesse yine de boş durmamış ve savaş tutsaklarına yardım amacıyla Bern'deki Alman elçiliğinde çalışmaya başlamıştır. Bu iki tutum aslında birbiriyle çelişmektedir. (Zengin, 2002: 216) Çünkü bir yanda ülkesi için de savaşma yanlısı Hesse, diğer yanda savaşın sonuçlarını ve toplumsal yıkımı sezen Hesse söz konusudur. Fakat bundan sonra Hesse, savaş karşıtı olarak konumunun gerektirdiği çabayı göstermiştir. Savaşın yıkıcı etkilerini bizzat bilen Hesse, o günlerde savaş çığırtkanlığı yapan meslektaşlarına karşı 3 Kasım 1914’de savaş karşıtı bir makalede sevginin nefretten, anlayışın öfkeden daha yüce, barışın savaştan daha soylu nitelik taşıdığını (Zeller, 1977: 96; Akt. Zengin, 2002: 216) savunmuştur. Hesse’nin yazısı, toplumun büyük bir kesimi, Alman basını ve savaş yanlısı aydın kesimi tarafından hoş karşılanmamış ve vatan haini olarak damgalanmıştır.
1916 yılında babasının kaybı, oğlunun hastalığı ve eşinde ortaya çıkan şizofreni Hesse’yi çok zorlamıştır. Psikoterapi görmeye başlayan yazar, yeni romanı “Demian”ı 1919’da ateşkes ilan edilmesinden hemen sonra sadece üç haftada “Emil Sinclair” adı altında yayımlamıştır. Aynı yıl eşinden boşanan Hesse, tek başına küçük bir çiftlik evine yerleşmiştir. Yazma faaliyetlerinin dışında resim de yapmaya başlayan Hesse, 1920’de “Klingsor’un Son Yazı”nı yayımladıktan sonra Hint ve Budist felsefeye duyduğu sevgiyi anlatan “Siddhartha” yayımlanmıştır.
1923’te İsviçre vatandaşlığına geçen Hesse, 1924’te İsviçreli Ruth Wenger’le evlenmiştir. “Kaplıca’da Bir Konuk: Kurgast” (1925), “Nuremberg Yolculuğu” (1927) ve “Bozkırkurdu” (1927) romanlarından sonra Hesse’nin biyografisi, arkadaşı Hugo Ball tarafından yazılmıştır. Wenger’dan ayrıldıktan sonra Ninon Dolbin isimli Yahudi bir kadınla evlenen Hesse’nin yazıları, Nazi oluşumunun karşısında olduğu için Alman basını tarafından yayımlanmamıştır. 1931’de “Narziss ve Goldmund” isimli romanını yayımlayan yazar, 1932’de “Boncuk Oyunu”nu çıkarmıştır. 1933’te Nazi karşıtı düşüncelerinden dolayı sürgüne gönderilen Hesse’yi Bertolt Brecht ve Thomas Mann yalnız bırakmamıştır. Savaşa karşı olan tutumu ve hümanist tavrı nedeniyle, bu yıllarda Almanlar tarafından hep dışlanan Hesse, “Boncuk Oyunu” isimli romanıyla 1946’da Nobel ödülünün sahibi olmuştur. Hesse 9 Ağustos 1962’de ölmüştür.
Hesse’nin hemen hemen tüm eserlerinde daima toplumsal dayatmalara karşı koyan bir başkaldırışa, bir tür bireysel protestoya rastlamak olasıdır. Bir yazarın güncelliğini yitirmeden değişik zamanlarda, değişik yerlerde, değişik gruplar tarafından bu derece okunmasının, Nobel Edebiyat Ödülü alabilmesinin tek nedeni protesto gücü olamaz elbette. Belki de bu başarının nedeni Bütün eserlerinde, hatta ilk romanı “Peter Camenzind”den en son anlatılarına kadar, yüzyılımızın başka hiçbir edebi eserinin ulaşamadığı bir yoğunluk ve farklılıkla ‘bireyleşme’ sürecini, ‘ben nasıl kendim olurum’ sorusunun yanıtını anlatmasıdır.
Bireyin tüm dogmalardan, reçetelerden veya cemaatlerden bağımsız olmasını savunan Hesse, hiçbir kesimin öncüsü, kılavuzu olmamıştır. Sadece bireyi yaşamı konusunda ancak özgürce kendisinin karar verebileceği bir yerlere doğru götürmek istemiştir. Hesse, Edebiyat politikadan ayrı olmalıdır demiş, ancak bu siyaset yapmadan görüşlerini ifade etmesine engel olmamıştır.
Eserlerinde sık sık felsefe, psikoloji, edebiyat ve psikanaliz yöntemlerinden esintilere rastlanan Hesse, hemen her eserinde, kişinin özbenliğini bulmaya çalışmasını, kendi yaşamını kurmasını işlemiştir. Hesse'nin tüm kahramanları kimlik oluşturma savaşımı ve bilincin ağırlığı altında acı çeken karakterler olarak karşımıza çıkar. Görüldüğü gibi, Hermann Hesse’nin eserlerine ana konu olarak damgasını vuran olgu, düşünen, düşündüğü için anlayan ve anladığı için de acı çeken insanın bireysel kimlik sorunudur.

Kaynak:H. Mustafa Dönmez (Kitapla ilgili tezinden ilgili bölüm)

Ödülleri: 1906 – Bauernfeld Ödülü; 1928 – Viyana Schiller Vakfı Kraliyet Ödülü ; 1936 – Gottfried-Keller-Ödülü; 1946 – Goethe Ödülü; 1946 – Nobel Edebiyat Ödülü; 1947 – Bern Üniversitesi Onursal Doktorluk Payesi; 1950 – Wilhelm Raabe Edebiyat Ödülü; 1954 – Pour le Mérite Ödülü; 1955 – Alman Kitapçılar Birliği Barış Ödülü;

Yapıtları:
Romanları: 1899: Eine Stunde hinter Mitternacht (Novela) 1904: Peter Camenzind; 1906: Unterm Rad (Beneath the Wheel; Çarklar Arasında; "The Prodigy" olarak yayınlandı); 1908: Freunde (Arkadaşlar, Novela); 1910: Gertrud (Roman); 1914: In the Old Sun (NOvela); 1914: Rosshalde; 1915: Knulp (Knulp'un Yaşamından Üç Hikâye olarak da yayınlandı); 1916: Schön ist die Jugend; 1919: Demian (Emil Sinclair adıyla yayınlandı); 1919: Klein ve Wagner (Novela); 1920: Klingsors letzter Sommer (Klingsor's Last Summer, Novella); 1922: Siddhartha; 1927: Steppenwolf (Bozkırkurdu); 1930: Narcissus ve Goldmund; 1932: Die Morgenlandfahrt (Doğu'ya Yolculuk); 1943: Das Glasperlenspiel (The Glass Bead Game; "Magister Ludi"; Boncuk Oyunu;

Öyküleri, Şiirleri ve diğer yazıları: 1900: Hermann Lauscher (Şiir ve düzyazıları); 1913: Besuch aus Indien (Visitor from India; Denemeler); 1913: Hindistan'dan Ziyaretçi (Deneme, felsefe); 1919: Märchen (Strange News from Another Star, 1913-1918; Kısa Hikâyeler, Başlangıçta masal olarak yayınlandı); 1920: Blick ins Chaos (A Glimpse into Chaos, Denemeler); 1920: Wandering (Denemeler); 1970: Şiirler (1899 ve 1921 arasında yazılmış 21 şiir); 1971: If the War Goes On (Denemeler); 1972: Stories of Five Decades (1899 ve 1948 arasında yazılan 23 hikâye); 1972: Otobiyografik Yazılar ("Spada Bir Konuk" dahil); 1979: Hours in the Garden and Other Poems (Şiir);

Yapıtlarından Uyarlanan Filmler: 1966: El lobo estepario (Bozkırkurdu romanından); 1971: Zachariah (Siddartha romanından); 1972: Siddhartha (Siddartha romanından); 1974: Steppenwolf (Bozkırkurdu romanından); 1981: Kinderseele; 1989: Francesco; 1996: Ansatsu (Demian romanından); 2003: Poem: I Set My Foot Upon the Air and It Carried Me; 2003: Siddhartha (Siddartha romanından); 2012: Die Heimkehr;

Yazarla ilgili Türkçe Yayınlanmış Çeşitli Kİtaplar:
*"Anılar, Düşler, Düşünceler" Carl Gustav Jung, Can Yayınları, 2015
*"Hermann Hesse Hayatı Sanatı Eserleri" Alperen, A. (1994, Ankara: Promete Yayınları)

Yazarın bir mektubu:
Bir Okuyucuya
Temmuz 1930

... Bir şairin çıkan en son eserini çok beğendiğini ve onu bu yüzden tebrik ettiğini yazan b ir okuyucu, çoğunlukla mektubuna aynı şairin başka bir eseri hakkında eleştiri mahiyetinde birkaç söz ilave etmeden geçmez. Bu en azından benim için böyle olmuştur. Beni Siddharta’ dan dolayı tebrik eden, çoğunlukla Demian veya Klingsor’u reddetmiştir. Aynı şekilde Steppenwolf’u seven, Kurgast'ı yetersiz bulmuştur. Goldmund hakkında bana övgülü sözler sarfedenler, çoğunlukla sevimsiz ve başarısız Steppenwolfa işaretle hiç kimsenin benden öylesine değerli bir eser beklemediğini ima etmeden geçmemişlerdir.
Bu okuyuculardan hiçbiri tanıdıkları arasında bir anneye Emil ve Marie’yi vaktinden evvel dünyaya getirdiğini ve onu Anna gibi bir çocuktan dolayı kutladığını söylemez herhalde.
İşte şair için de durum anneninkinden farklı değildir. Bunun için Knulp, Demian, Siddharta, Klingsor, Steppenwolj ve Goldmund, bunlardan her biri diğerinin kardeşidir. Her biri konumun bir varyasyonudur. Bir taraftan Steppemvolf’ta kitabın asıl muhtevasını teşkil eden büyülü tiyatroyu ve ölümsüzleri görmeyerek sadece caz müziğini ve dansları bulan okuyucuların olmasından, diğer taraftan Goldmund’ta sadece Narziz’i farkeden veya sadece aşk sahnelerini okumuş görünen okuyucuların olmasından ben suçlu değilim. Çoğunluğun tasvibini gören ve diğer kitaplarımın aleyhine methedilen kitaplara karşı itimadımı fazlasıyla kaybettim.
Buna karşılık bazı eserlerimden dolayı yanlış anlaşılmamın veya tanınmamın bana temelde ıstırap verdiğini söyleyemem. Başarılı olmayı istiyor ve övülmekten haz duyuyorum, ancak bu can sıkıcı oluyor ve bazen de insanın kendine duyduğu saygıyı azaltabiliyor. Steppenwolf umun eleştirilirken kati surette anlaşılmaması beni hayret içinde bıraktı, hatta gücendirdi, ama çok geçmeden buna sevinmeye başladım. îşte eserlerimden bazılarının az tanınmasından, bazılarının da genel olarak yanlış anlaşılmasından yıllardan beri gurur ve gizli bir haz duymaktayım. Bu en iyi eserlerim bana ve dostlanma aittir. Onlar umuma açık birer tesis değiller benim bahçemi meydana getiriyorlar. Bu bahçede sadece ben yürüyüşe çıkabilirim. Hatta onlardan bazen yeniden parçalar alır okurum. Oysa «meşhur» kitaplanm için aynı şeyleri söyleyemem...

Kaynak:"Mektupları" Dr. Battal İnandı, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1983

Yazar ve kitapla ilgili yazılar:

* "Hermann Hesse'nin "Step Kurdu" Başlıklı Eserinde Çağ Eleştirisi ve Psikanalizin İzleri"        Bekir Zengin, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 2002

* "Hesse'nin Doğu Dinlerine Yaklaşımı"        Ayşe Demirel,
       Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, 2016

* "Bozkırkurdu"
       Dipnot Kitap Okuma Grubunda kitapla ilgili sayfa.

* "Bozkırkurdu Romanı Değerlendirmesi"        Mustafa Sütlaş, Kendi Yayını, e-kitap:
       "nasıl okuyorum, nasıl değerlendiriyorum / kurgusal metinleri okumak ve değerlendirme kılavuzu" içinde, 2018

*"Beden Tek, Ruhlar Çok"        Cansu Yılmazçelik,
       K dergisi, Sayı: 82, sayfa: 26-29; 25.04.2008
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>

Bağlantılar:

* "Hermann Hesse"     Yazarla İlgili Yapılmış Sayfa (Almanca, İngilizce)
* "Hermann Hesse"     California Ün.'nde Yazarla İlgili Sayfa (İngilizce)