Kör Baykuş Farsça adı "Bûf-e kûr" olan bu kısa roman(novela) İranlı yazar Sâdık
Hidâyet tarafından 1936 yılında yazılmıştır. Yazarın başyapıtı olarak kabul edilmektedir.
Kör Baykuş , Sâdık Hidâyet'in eski İran tarihinin metinlerini aslından okuyabilmek için
Pehlevice öğrenmeye gittiği Hindistan`ın Bombay kentinde 1937 yılında basılmıştır. Kitaba
İran'da satışının yasak olduğunu belirten bir not da eklenmiştir. Fransızca, Rusça, İngilizce,
Almanca, Macarca ve Çekçe`den sonra, çağdaş İran Edebiyatından ilk roman olarak Türkçeye
1977 yılında Behçet Necatigil tarafından çevrilmiştir. İlk olarak Varlık Yayınları
tarafından basılmıştır. Şu anda ise YKY (Yapı Kredi Yayınları) tarafından aynı çeviriyle
basılmaktadır. Ülkemizde ayrıca İran edebiyatı üzerine çalışmaları bulunan ve diğer bütün
Sâdık Hidâyet kitaplarını çeviren Mehmet Kanar'ın çevirisi de bulunmaktadır. Bunun dışında
farklı yayınevlerinde farklı çevirileri vardır.
Hacıağa
... Sâdık Hidâyet’in Hacı Ağa adlı eserini ele alacağım. Eser dış görünüm bakımından basit
bir dille yazılmıştır ve kolay okunan bir anlatıdır. Eser yirminci yüzyıl tarihinin önemli
dönemleri üzerine kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında İran, iç ve dış dinamiklerinin
birbirine karışarak toplumu sarstıkları bir dönemden geçmiştir.Rıza Şah, savaş öncesi ve
başında Almanlara yakın politikalar izler. İngiltere ve SSCB buna karşı çıkarlar, Şah’tan,
Alman ajanlarını ülkesinden atmasını isterler. Şah bu isteği karşılamayınca İngiliz ve
Sovyet kuvvetleri İran topraklarına girer ve Şah’ı tahttan indirerek sürgüne gitmek zorunda
bırakırlar. Bu değişiklikler İran’ın içyapısına totaliter bir yönetimden görece bir
serbestlik ortamına geçiş olarak yansır. Hacı Ağa’nın arka düzlemi bu çetin dönemdir.
Anlatının ilk bölümleri dış müdahele öncesinde, son bölümleri ise yeni dönemde geçer.”(2)
“İlk bakışta Sâdık Hidâyet’in bir değişim sürecini incelediği, önceyi ve sonrayı
karşılaştırdığı düşünülebilir. Ancak Sâdık Hidâyet daha çok değişmeyeni işlemiştir.”(3)
Oğuz Demiralp’in bu yerinde incelemesi kitabı okuyanlar tarafından kabul görmüştür. Benim
görüşüme göre Sâdık Hidâyet bu eserinde kendisine de yer vermiştir. Kitaptaki kahramanlardan
Munâdilhakk ve bazı yerlerde başka karakterlerin kimliğinin altına bürümüştür kendisini.
Gerçek hayatta söylemek isteyip de söyleyemediklerini kitabında ona söyletmiştir.
“Bu memleket coğrafya haritasında bir hayız lekesi gibi duruyor. Havası yakıcı ve tozlu;
toprağı pislik içinde; suyu kirli; temelden kokuşmuş ve hilkat garibesi olmuş. İnsanlar
esrarkeş, trahomlu, kendini beğenmiş, kaderci; ölüye tapıyor. İlletli, müzevir, yağcı,
casus, jiletçi ve basurlu”(4) bu yazıda Hidâyet’in aslında kendi halkından ne kadar nefret
ettiğini de görmemiz mümkün. Halkının kaderciliğine boş inançlarına karşı bir tavır
takınmaktadır. Yazını devamında ise halkına duyduğu öfke şöyle devam etmektedir.
“Irkımızdaki bozukluk çocuğundan, gencinden, yaşlısından belli. Yaşadığımızı sanıyoruz,
oysa hayatla dalga geçiyoruz. Bir eşek kadar bile kafamız çalışmıyor; hep kazığı yiyen
biz oluyoruz ama kendimizi en akıllı varlık sanıyoruz. Mucizevî bir şekilde ortaya çıkacak
ve canımıza okuyacak bir diktatör bekliyoruz hep. Yirmi yıldır Rıza Han’ın soytarıları
tepemize bindiler. Artık sesimiz çıkmaz olmuş; aynı senaryoları tekrar oynatıyorlar.
Kültürel, bilimsel ve sosyal hiçbir faaliyette aklımızı kullanmıyoruz. Sanatımız çanak
çömlek yapmak, kurumlarımızı nuh nebiden kalma, felsefemiz şüpheler, hatalar üstüne
tartışmak, yemeğimiz ciğer tava. Ne zevk var, ne sanat, ne de mutluluk. Hep hırsızlık,
hep üçkâğıtçılık, hep ağıt yakma. Kokuşup parçalanıyoruz. Sufisiyle, dervişiyle,
yaşlısıyla, genciyle, esnafıyla, dilencisiyle hepimiz para ve makamın büyüsüne kapılmışız;
hem de en utanç verici ve çirkin şekliyle. Dünyanın neresinde olursa olsun, insanların bir
şeye veya bir hakikate bağlanması normaldir ama burada alçaklık ve rezalet diz boyu. Burası
kaçakçıların, hırsızların cenneti, insanların zindanı. Bu vatan denilen kadını ne kadar
allayıp pullayıp Alkapon’un kucağına atsalar da, yararı yok artık. Çünkü her taraftan
kokuşmuşluk dökülüyor. Bugünkü yöneticilerimiz Şah Sultan Hüseyin döneminin yüzünü
ağarttılar. Tarihte bu dönemin utancı zemzem ve Kevser bile yıkanamaz. Biz dünya denilen
foseptik çukurunda yaşıyor, kurtlar gibi fakirlik, hastalık ve pislik içinde kıvranıyor,
en iğrenç şekilde hayatta kalıyoruz. İşin komik yanı, en güzel şekilde yaşadığımızı
sanıyoruz!” (5) Hidâyet burada kendi görüşlerini kitabın içindeki bir karaktere söyletiyor.
Burada hayattan ne kadar bıktığını toplumuna karşı bakış açısını ve hayattan zevk almadığını
dile getirmektedir. Bir bakıma rejime de bir başkaldırı sahnelemektedir. Kitabın bir başka
bölümünde de Hacı Ağa ve onun gibi olanlara da birkaç şey söylüyor, onlardan ne kadar nefret
ettiğini ve onları kendi gözünde neye benzettiğini anlatıyor. Bunu şu cümlelerden çıkarmak
mümkündür: “Senin vücudun insanlığa edilen bir küfür. Şiirin anlamını bilmen de gerekmez;
bilsen garip kaçardı zaten. Hayatında hiçbir zaman güzellik olmadı ve güzellik görmedin.
Görsen de aklın ermez zaten. Güzel bir manzara seni asla cezp etmemiş; güzel bir yüz ve
huzur verici bir musiki seni sarmamış; ahenkli bir söz, yüce bir fikir kalbine hiç tesir
etmemiş. Sen sadece midenle belinden aşağısının esiri olmuşsun.”(6) Hacı Ağa adlı eserine
genel anlamda bakmak gerekirse Sâdık Hidâyet’in yazdığı en iyi politik taşlamalardan
biridir. İçinde bulunduğu topluma ve sisteme karşı olan duygularını çok sert biçimde
açıklamaktadır. Hidâyet her ne kadar bu eserinde dine karşı bir insan olarak görünse de
aslında dine karşı değil dini istismar edenlere karşıdır. Bunu Oğuz Demiralp şu cümlelerle
açıklamıştır “Sâdık Hidâyet yorumcularının çoğu yazarımızın toplumunda gördüğü temel
yanlışlığın İslamiyet ile ilişkisi olduğunu savlar. Kimi yorumcuya göre de “lahana
kafalılar” dediği gerici mollaların dini istismar etmesine karşı çıkmaktadır. Yorumlar
çeşitli olsa bile Hidâyet’in, kendi toplumunun İslam kimliğiyle kapsamlı bir tartışma
yaşadığı ve bunun yapıtındaki ana damarlardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Yalnızca Hacı
Ağa’da değil daha birçok öyküsünde, giderek Ömer Hayam üzerine incelemesinde de görülür
bu iç yarasının kanamaları.
Aylak Köpek Orijinal adı Seg-i vilgerd olan Sâdık Hidâyet'in yedi hikâyesinden oluşan,
ilk kez 1942 yılında Tahran'da basılan kitabıdır. Türkçeye Mehmet Kanar tarafından çevrilmiş
ve YKY'nca basılmıştır. Öykülerde genel olarak bir karamsarlık hakimdir, mutluluğu bu dünyada
bulmanın mümkün olmadığı ve intiharın tek kaçış yolu olduğu sık sık ele alınır.
Öykülerden ilki Aylak Köpek adını taşır. Bu öyküde insan huylu bir köpeğin yazgısına
razı biçimde yaşadığı hayatı anlatılır. Köpeğin karnını doyurma karşılığında, maruz kaldığı
kötü ve olumsuz durumlar ve davranışlar anlatılır. ikinci öykü olan Kerec Don Juanı'ndaysa
basit aşk romanlarının alay yollu iğnelenmesi söz konusudur. Çıkmaz adlı öyküde ise insanın
hayatını eninde sonunda yazgının belirlediği anlatılır. öykünün başkişinin erkek arkadaşına ve
arkadaşının oğluna duyduğu sevgiyi eşcinsel eğilim olarak yorumlamak olanaklıdır. Ancak bu belli
belirsiz çizgiyi yapıtın tümüne mal etmek güç görünmektedir. Karanlık Oda adlı öykünün
ise yazarın kendisini anlattığı pek çok uzman tarafından dile getirilmektedir. Öyküde bilinçli
olarak yaşamdan eli ayağını çeken bir kişi vardır. Anlatıcı ona bir kentlerarası otobüste rastlar,
arkadaş olurlar, evine giderler. Gürültülü çağdaş yaşamdan uzakta, doğanın nerdeyse bağrında bir
köşededir bu ev. Sözkonusu kişi kendini toplumsal yaşantıdan bilinçli olarak yalıttığını anlatır.
Evin içinde “odam” dediği yerde otururlar anlatıcıyle. Dışarıya tümüyle kapalı , yer tavan kırmızı
ve bu rengin tonlarıyle boyanmış, döşenmiştir. Odayı aydınlatmak için kullanılan lamba da kırmızı
ışık vermektedir. Öykünün kahramanı yaşamının büyük bölümünü burada geçirmekte ve büyük ölçüde
sütle beslendiğini söylemektedir. Anlatıcı bu kişinin yaşamın güçlüklerinden kaçarak annesinin
karnındaki cenin haline dönmek isteğiyle böyle hareket ettiğini düşünür. Anılan kişinin yüzüne
de söyler. Yanıt olarak yalnızca alaycı bir bakışla karşılaşır. Adam durumunu başka türlü sunmuştur.
“Kendi karanlığıma dalmak ve kendimi kendimde geliştirmek” için bu yaşama biçimini seçtiğini savlar.
Sözkonusu karanlık ve suskunun yaşamının en değerli parçasını oluşturduğunu, bu karanlığın her canlı
varlığın özünde bulunduğunu, ancak insanların hepsinin bu karanlıktan, bu yalnızlıktan kaçmaya
çalıştıklarını, böylece kendi kendilerinden de kaçtıklarını anlatır. “Ölümün sesine kulaklarını
kapatmayı, kişiliklerini yaşamın kargaşası, gürültü patırdısı içinde yok etmeye çalıştıklarını,
sufilerin dediği gibi hakikatın ışığının içlerinde görünmesinden korktuklarını” söyler. Ertesi
sabah anlatıcı kahramanımızı odasında ölü olarak bulur: ana karnındaki cenin gibi kıvrılmış,
öylece kalmıştır. Taht-ı Ebu Nasr adlı öykü de prototip niteliktedir. İran’ın görkemli
dönemlerinden birinde bir imparator bir fahişeye tutulur. Bu aşk uğruna herşeye evet diyecek denli
yitirir kendini. Karısı onu bir zehir vererek yüzyıllarca sürecek bir uykuya yatırır. Birtakım
kazıbilimciler sayesinde uyanır imparator. Aklında fahişe sevgilisi vardır. Onu aramaya çıkar
ve bulur. Elbette bulduğu ona tıpatıp benzeyen bir kadındır. Bakın raslantıya: o da bir fahişedir.
İmparator, vurulduğu kadının, sevgisinin değil zenginliğinin ardında olduğunu anlar. O an, yani
gerçeğe aydığı an, yüzyıllardır tutkunun bir bütün olarak tuttuğu gövdesi çözülüp ayrışıverir.
Katya ve Tecelli ise kitabın diğer iki güzel öyküsüdür.
Biyografisi:
Yapıtları:
Oyunları ve diğer yazıları:
Sâsân Kızı Pervin (Parvin dokhtar-e Sasan) 1930;
Mâzyâr (Maziyar) 1933;
Isfahan: Cihan'ın Yarısı (Seyahatname; Esfahan nesf-e Jahan) 1931;
Islak Yol Üzerinde (Seyahatname, yayınlanmamış) (Ru-ye Jadeh-ye Namnak) 1935;
Hayyam'ın Terâneleri (İnceleme-araştırma; Rubaiyat-e Hakim Omar-el Khayyam) 1923
İnsan ve Hayvan (İnceleme-araştırma; Ensan va Hayvan) 1924
Ölüm (Deneme; Marg) 1927
Vejetaryenliğin Yararları (İnceleme-araştırma; Favayed-e Giyahkhari) 1957
Kafka'nın Mesajı 1948 (Deneme; Taranehha-ye Khayyam)
Yazar ve Yapıtları Hakkında Türkçede Yayınlanan Bazı Kitaplar:
Yazar ve kitapla ilgili yazılar:
* "'Kör Baykuş'un Gözü: Sâdık Hidâyet’in Kör Baykuş romanında görsellik'"
Hülya Soyşekerci, Çerçi Sanat, Sayı 6,
* "'Aylak Köpek'te Hidâyet Öykücülüğü"
Ulaş Başar Gezgin, Evrensel Kültür, 25.08.2017
* "Doğunun Baykuşu; Sâdık Hidâyet"
Kaan Murat Yanık, artfulliving
* "F.Kafka'dan S.Hidâyet'e-'Köy Hekimi'nden 'Kör Baykuş'a"
Şenay Eroğlu Aksoy, İnsanokur,
* "Sâdık Hidâyet - Kör Baykuş"
Dipnot Kitap Klübünde Kitapla ilgili sayfa
*"Cellat da Suskundur Kurban da..."
Perihan Özcan,
Bağlantılar:
"Hidâyet`in resim çalışmaları"
|