Latife Tekin - Muinar

Latife Tekin eko-feminist dürtülerle yazdığı son romanı Muinar’da doğanın kentin yıkıcı etkisi altında ve erkekler tarafından tahrip edildiği fikrini politik bir duruş olarak benimsemiş ve dolayısıyla tabiatı kentin karşısında savunulması gereken bir şekilde konumlandırmıştır. Muinar tamamen erkeksiz bir anlatı olup, anlatıcı konumunda ve aynı zamanda kurgusal yazar olmasından ötürü Latife Tekin’in gerçek kimliğine de göndermeler içeren, bunun yanında yazarın düşüncelerinin taşıyıcısı olan Elime ile yüzlerce yıldır yaşayan bir “kocakarı” olduğu söylenen yaşlı Muinar arasındaki diyaloglar üzerine kurgulanmış bir romandır. Doğacı edebiyat anlayışının hâkim olduğu romanda İstanbul, roman kişilerinin bir yandan kaçtığı, öte yandan özlem duydukları bir mekândır. Başlangıçta çevreci duyarlılık katı bir muhalefet aracı olarak öne çıkmış, aynı zamanda yoğun politik göndermeler içeren ekofeminist/ eko-sosyalist anlayışın hâkimiyeti vurgulanmış, romanın sonlarına doğru çevreci zihniyet kent-doğa karşılaştırmasına dönüşmüştür.
Doğa ile iç içe yaşamayı tercih etmiş bir yazar olarak Latife Tekin’in roman boyunca sürdürdüğü katı politik tutumu –ki bu muhalif tutum gücünü eko-feminizmden alır- romanın sonunda İstanbul ile tabiat karşılaştırmasında kaçınılmaz bir özlemin itirafına dönüşmüştür. Elime ile aralarında geçen diyaloglarda Muinar’ın İstanbul’u savunduğu göze çarpar. Bu özlem aynı zamanda Latife Tekin’in yaşamının büyük çoğunluğunu geçirdiği, fakat sonunda doğayla baş başa kalabileceği bir mekânı -kurumsal kimlik kazandıracak düzeyde benimsediğinin de anlatıya yansımalarıdır. Yazar özlemini Muinar’a söyletir:
"Burnumda tütüyor Elime, İstanbul’a laf söyletmem, yok durakları çalıntı, cadde mobilyaları taklit… Park düzenlemeleri yanlış, trafik eziyetinden filan söz etme bana, usandım bu laflardan… Yok içim boşalıyor, yok uğultusuyla dıştan yıkılıyorum, sinirlerimi bozacaksan vazgeçelim gitmekten…"
Muinar’ın eko feminist roman kişilerinin doğayı animistik bir yaklaşımla algılayışları, yazar olan Elime’nin ağaçla aralarındaki bilinç transferine tanık olduğu olayda görülür. Elime’nin üstüne meşe yapraklarının yürüdüğü düşüncesi içindeyken ağacın taze dallarından birinin kâğıdına uzanıp cümlelerini okuduğunu görmesinin, Muinar’ın ırmaktaki sarmaşıkların konuştuklarından söz etmesinin veya içinde yüzülen gölün kendilerini hatırlamasının animizme dayandırılması gerekmektedir. Latife Tekin’in kendisini “dünyanın neredeyse bir canlı olduğuna inanan ve aslında doğaya eklenerek yaşayan insanlara yakın”36 hissetmesi romana yansıyan animist dünya görüşünü destekler niteliktedir.
Muinar’ın dayandığı tezlerin başında, dünyanın ekolojik dengesinin bozulmasının tek müsebbibi olarak erkeklerin görüldüğü eko-feminist; üretim - ekonomi ve endüstrileşme uğruna doğayı tahrip eden kapitalist düzene karşı çıkışı içeren eko-sosyalist anlayış gelmektedir. Erkeğin kadınlar üzerindeki tahakkümü ile doğa üzerindeki tahakkümünün koşut sayıldığı romanda, evrenin eril düzeninin yıkılması ve kadınlar tarafından tekrar yapılandırılması gerektiğine yönelik düşünceler geliştirilir. Romanın “kocakarısı” Muinar’ın, yok etmek istediği erkek egemen yapıyı ve eko-sistemi bozduğunu düşündüğü erkekleri oldukça sivri bir dil kullanarak, yer yer hakaretler ve küfürlerle eleştirmesi, Latife Tekin’in eko-sosyalist ve eko-feminist anlayışının romandaki izdüşümleridir.
Elime’nin kıyamet üzerine yazdığı öykü de endüstri ve teknolojinin tahrip ettiği dünyanın durumuna karşı ekolojik duyarlılığı konu alır. Anlatıcının, "Yerkabuğunun temel kayası olan granit, volkanik gazlarla dolu cepler yüzünden delik deşik olmuş durumda; bazalt tapınaklarıyla imparatorluklar yere serilmiş, koca kıtalar batmış. Kalbura çevirirsiniz sistemi, gaz dolu ceplerin gücünü, ciğerlerinizde hissedecek ölçüde aklınızı boşaltıp sırt sırta oturun bir!" diye seslendiği kişiler dünya düzenini elinde bulunduran erkeklerdir.
Dünyadaki doğal dengenin erkekler tarafından yok edilmesi sadece yaşanan çağa özgü değildir. Romanın kadın karakterlerine göre destanlarda dahi dağları delen ve eriten, doğayla savaşan kadınlar değil, erkeklerdir. Dünya erkek mi, kadın mı diye düşünen roman kişileri dünyayı erkek, ay’ı kadın olarak nitelendirirler. Onların argümanları, erkeklerin doğayı ve kadını aynı ölçüde tahrip ettikleri ve sömürdükleri yönündedir. Kurulan nükleer santraller, savaş teknolojileri, fabrikalar, teknolojik gelişmeler tümüyle erkeklerin egemen olduğu bir sistemin kurulmasına ve geliştirilmesine yöneliktir. Muinar, erkek eliyle geliştirilen bilim ve teknolojinin tabiatın dengeli işleyişine yaptığı olumsuz tesirleri sitemle anlatır:
"Sincapların kuyruğu kısaldı, ağaçlara çürütücü mantar aşılıyorlar, soluyacak havanıza sahip çıkın, kıyamet belirtisi bunlar, dünya kurtarır kendini, insanları üstünden kaç defa silkelemiş, dört bucakta binlerce var bu işletmelerden, para gücüyle ilerliyor caniler, çalılarımızı mı sökecekler, öyle ya, atlasınlar sınırınızdan içeri, üç evlek ormanınız kalmış"
Tekin, ekolojik düzenin, kurulan tesislerin yarattığı tehlikeler karşısında yok oluşunun sonuçlarına da yine Muinar’ın uyarıları aracılığı ile değinir. İnsanın doğal vücut sisteminin durmadan bozulduğuna işaret eder ve buna sebep olarak gördüğü “boru hatları, fabrikalar, kömür havzaları, maden işletmeleri, nükleer tesislerin”39 kapatılması gerektiğine ve insanın toprağa dönerek dünyanın “gönlünü alma” zamanının geldiğine vurgu yapar. Nitekim dünya, "derin bir kedere düşmüş"tür ve insanı, kuşu, böceği gözden çıkarmak üzeredir. Latife Tekin, son romanının temel çıkış noktası olarak çevreci duyarlılığı ve kadın-doğa eşitliğini ele almasının sebebi olarak, dünyayı kadınların bu hale getirmediğini; savaşları çıkaran, doğaya zarar veren, ırmakların yerlerini değiştirenlerin erkekler olduğunu öne sürer.

Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Macit Balık, "Çevreci Eleştiri Işığında Latife Tekin'in Romanları",
Bitlis Eren Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ocak 2013

* "Muinar"
       İletişim Yayınları'nın sitesinde yer alan kitabın ilk 20 sayfasının pdf örneğinin bağlantısı

Latife Tekin - Muinar Biyografisi:
Latife Tekin 1957 yılında Kayseri’nin Karacefenk köyünde doğdu. 9 yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Liseyi Beşiktaş Kız Lisesi’nde okudu. Bir süre memurluk yaptıktan sonra yazarlığı meslek edindi. 1980 darbesi öncesi aktif bir militan olarak sol devrimci harekete katıldı. İlk romanını darbe döneminde ve oldukça genç bir yaşta yazdı.
1984 yılında senaryosunu yazdığı Bir Yudum Sevgi filmi Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film dahil olmak üzere 5 adet ödül aldı. Ayrıca, 1985 yılında Uluslararası İstanbul Sinema Günleri’nde de En İyi Film ödülünü aldı. Yazar, 1995 yılında Bodrum’da “Gümüşlük Akademisi Sanat, Kültür, Ekoloji ve Bilimsel Araştırma Merkezi Vakfı”nın kuruluşunda yer aldı. Genel Sekreteri olduğu akademide doğayla iç içe ve barışık bir hayat tarzını destekleyen birçok sanatçı ve yazarla birlikte edebiyat, sanat ve kültür etkinlikleri düzenlemeye başladı. Her yıl hem vakfın kendi çalışmaları, hem de vakıfa gösterilen ilgi artmaktadır. Romanları İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Hollandaca gibi birçok dile çevrildi. 2004 yılında Elele dergisi tarafından “Yılın Fark Yaratan 10 Kadını”ndan edebiyatı temsil eden isim olarak seçildi.
Yazarın 1983 yılında yayımlanan ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm başarısıyla dikkat çekti. Romanda kırsaldan kente göçen bir ailenin hikayesi evin küçük kızı Dirmit’in bakış açısından, masalsı bir üslupla anlatılmaktadır. Yazar çocukluktan itibaren ataerkil ve muhafazakar bir toplumda kendi hayatının öznesi olamama durumunu ve bu durumun insanı sürüklediği çıkmazı oldukça etkileyici bir şekilde resmetmektedir. Berna Moran’ın da dediği gibi Tekin bu eserinde Anadolu anlatı kültürünü harmanlayarak roman türünde yeni bir biçem yaratmayı hedeflemiş ve başarmıştır (75). Yoksulların hikayesini onların diliyle anlatmaya çalıştığını söyleyen yazara, Yaşar Kemal’in ve kimine göre de Gabriel Garcia Marquez’in yazınıyla arasındaki benzerliklerden dolayı, Büyülü Gerçekçilik akımı yakıştırılmaktadır. Fakat “Sözünü Sakınmadan” programında Tekin, Kemal’in Büyülü Gerçekçiliğinin çok “büyük ve destansı” olduğunu söyleyerek kendi anlatılarının daha alçakgönüllü olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Nazım Hikmet’ten daha çok etkilendiğini de açıklamıştır.
1986 Antalya Altın Portakal Uluslararası İstanbul Sinema Günleri’nde "Bir Yudum Sevgi" ile En İyi Film ödülü, Unutma Bahçesi ile 2005 Sedat Semavi Ödülü, 2010 yılında ise Mersin Kenti Edebiyat Ödülü'ne layık görüken Tekin'in 2000’li yıllarda yazdığı romanlarında konular değişmeye başlamıştır ve doğa ön plana çıkmaktadır. Ömer Türkeş ve Semih Gümüş’ün “Sözünü Sakınmadan”da dikkat çektiği gibi geç dönem metinlerinde yazar hikayeden uzaklaşıp kavramlara doğru bir eğilim göstermektedir. Latife Tekin, yazarlığı “insanlar için” yazan yazarlar ile “insan olma deneyimini aşmak için” yazan yazarlar olarak ikiye ayırmaktadır ve kendi tabiriyle, edebiyata ve sanata karşı bir yerden yazmaktadır. Bu ayrıma sanatın ve edebiyatın “sınıfsal” olmasından dolayı vardığını ifade ederken özellikle bu alanların kendi varlıkları ve amaçlarının da tartışılması gerektiğinden bahseder. Buradaki sınıfsallık sorunu yazarın duruşu için anlamlı olmakla birlikte, “hikaye anlatmayan” metinlerin okur kitlesinin ancak belli bir toplumsal ve entelektüel sınıftan gelebileceği gerçeği yazarın yaklaşımını bir nebze sıkıntıya sokmaktadır.
Annesi Kürt olduğu ve Kürtçe ve Arapça konuştuğu için evde konuşulan Türkçe’nin tekil kalmaması yazarı bir yandan zenginleştirirken, diğer bir yandan da dil –ve doğal olarak edebiyat- ile olan ilişkisiyle arasına belli bir uzaklık sokmuştur. Onun için dil sadece edebiyatın kendini bulduğu, kendi olduğu alan değil, aynı zamanda bir varoluş sorunsalıdır. Belki biraz da dil ile bu özgün ilişkisinden dolayı onun edebiyat dili romandan çok şiire yakın durmaktadır. İlk romanından itibaren seçtiği izleklerden olan kadın olma durumu, hemcinsleri için yazma ihtiyacı hissettiğini söylediği Muinar romanında hem ana sorunsal, hem de onun farklı toplumsal ve bireysel tezahürleri şeklinde irdelenmektedir. Eleştirel düşünceyle edebiyata özgü anlatım ve dili bir araya getirdiği Rüyalar ve Uyanışlar Defteri ise içeriği nedeniyle, daha önceden eserlerini yayımlayan yayınevi ve ikinci bir yayınevi tarafından reddedilmiş, ancak üçüncü bir yayınevi sayesinde sansürden kurtulabilmiştir.
Muhalif bir duruşa sahip olan Latife Tekin birçok televizyon programı, seminer ve konferansa katılmış ve sadece edebiyat değil, toplumsal sorunlar üzerine de fikirlerini, sansür ve baskılara rağmen, açıkça ifade etmeyi tercih etmiştir. Halen Bodrum’da yaşamakta ve Gümüşlük Akademisi’nde etkinlikler düzenlemektedir.

Yapıtları:
Romanları: Sevgili Arsız Ölüm (1983) Berci Kristin Çöp Masalları (1984) Gece Dersleri (1986) Buzdan Kılıçlar (1989) Aşk İşaretleri (1995) Ormanda Ölüm Yokmuş (2001) Unutma Bahçesi (2004) Muinar (2006) Rüyalar ve Uyanışlar Defteri (2009)

Diğer Kitapları: Bir Yudum Sevgi (1984, Senaryo), Gümüşlük Akademisi (1977, Tanıtım Kitabı) Latife Tekin Kitabı (2005, Haz. Pelin Özer, Söyleşi)

Kaynak: trwriter

Yazar ve kitapla ilgili yazılar:

25 yıl sonra aynı ses

Muinar Latife Tekin'nin Gümüşlük'teki Akademi'de yazdığı son romanı. Yaşam uzaysal ortamda sürekli yükselen bir spiral. Spiralin döngüleri bir çemberi tamamladığında, bir altındaki döngünün çizgisel doğrultuda ama başka bir düzlemde aynı hizaya gelir. Yaşam bir kere daha döngüsünü tamamlamış ve yeniden aynı konuma gelmiştir. Bu sanki tarih yineliyor duygusu yaratsa da bu algı doğru değildir. Çünkü gelinen nokta artık bu farklı bir zamanı ve durumu anlatır. Yine de pek çok benzerlik bulunabilir. Muinar bana Tekin'in ilk romanı olan "Sevgili Arsız Ölümü" anımsattı. Aradan geçen yaklaşık 25 yıl, tam da bir nesil sonrasına karşılık geliyor. Tekin geçen 25 yılda, özgürlüğünden, özgünlüğünden, dilinden, kurgusundan ve algısından bir farklılık olmaksızın, insanı ve yaşamı tarihten bağımsız yeniden ele alıyor. Muinar sonu başı olmayan bir sürecin, dünün, şimdinin ve yarının evrensel düzlemde buluşması. Onun ufkunu paylaşabilenler, Muinar'ı okuduklarında kendi ufuklarının da değiştiğini fark edecekler.

Mustafa Sütlaş 2007

_______________________

Latife Tekin "Muinar" / İÇİMDEKİ CADI

"Elime, sana her gece bir masal anlatacağım…"

İnsanoğlu doğaya hükmetmek istemiş. Hükmedebilmek için de akıl ve emeği ile birlikte gücünü kullanmış. İlk başta hayvanları evcilleştirmiş, kendini rüzgârdan, soğuktan, aşırı sıcaklardan, sellerden korumuş, doğayı kendine uygun hale getirip, hayatını kolaylaştırmış. Maddesel dünyanın ötesindeki arzuları için de dinleri, büyüleri, kehaneti ve sonradan da bilimleri emrine almış.

Latife Tekin “Muinar” adlı yeni romanında insanın binlerce yıllık hükmetme savaşını anlatıyor. Roman, bir sabah içinde bir sesle uyanan kadının ağızdan anlatılıyor. İlk sayfalarda şizofren bir ruhun içindeki bölünmeler gibi algılansa da, iç sesin kimliğini açıklaması ile durum aydınlanıyor: “coğrafyası gizli bir kocakarıyım, her kadının içinde benim gibi bir kocakarı uyur derinde, uyanması şans işi, şarta bağlı” diye açıklar durumu. Fakat içine girdiği Elime, hiç sakınmadan küçümser onu “belirtiler kendi dışıma çıkıp senden çok daha üst varlıklarla buluşacağımı gösteriyordu” der.

Aslında ilk tümcelerindeki gibi kendini beğenmiş değildir Elime. Daha sonra “belirtilerin” ya da “üst varlıkların” ne olduğunu da açıklamaz, sadece bir beklenti içinde olduğunu, zaten içinde bir ses duymaya hazır olduğunu ama bunun bir kocakarı olmasını beklemediğini anlarız. Elime’nin içinde doğan kocakarının adının Muinar olduğunu da sonra öğreniriz. İki kadın arasındaki ilk diyaloglar hiç korkutucu değildir, aksine Latife Tekin komik bir havayla anlatır, iki kadın hiç durmadan didişir ve birbirleriyle alay ederler. Elime onun konuşmalarını “kanlı canlı rap” müziğine benzetir (gerçekten de romanı sesli okuyunca anlatının ritmi ortaya çıkıyor) o da Elime’ye “kafanı kapatmaya uyanmadım içinde, açmaya uyandım” diye sitem eder. Birbirlerini çok iyi tanıyan anne-kız ya da iki kardeş gibilerdir. Okurun anlamakta zorlandığı yerlerde, onlar birbirlerini çok iyi anlarlar. Bir konudan diğerine hiç habersiz atladıklarında diğeri kolayca takip eder. Hatta bir zaman sonra düşündüğü anlarda da birbirlerini duyarlar.

***

Muinar hiç durmadan konuşan bir ruh, anlattığı ise hep haksızlığa uğrayanların hikâyeleri. Küçük kızların, sevgisiz ortamdaki kadınların, dayak yiyenlerin, hor görülenlerin, tanrıçaların öykülerini en can alıcı noktalarından dile getiriyor. Tanrının oğlunu doğuran bir bakire ya da kendini boğarak öldüren bir yazar çok tanıdık geliyor ama diğer öykülerde köle olarak satılan kadınlar, tanrılara kurban edilen on üçünde kızlar, adı konmamış ezilen kadınlar da anlatılıyor. Muinar bu kadınların içlerinden geçmiş, şimdi de bir yazar olan Elime’yi uyandırmaya gelmiş bir ruh.

Bu diyaloglar binlerce yıl ötesinden hikâyeler taşıyor ama romanda fazla dekor yok. Elime kendini bazen yatağında sayıklarken bazen de bir uçurumun kenarında buluyor. Sanki bedeni bir mekândan diğerine atlıyor. Romanın ikinci bölümünde biraz da İstanbul manzaraları giriyor ama Latife Tekin’in diğer romanlarından bildiğimiz mekân kurma ve çevre anlatımı bu romanda yok denilecek kadar az, sanırım yazar bunu okurun dikkatini sözcüklere (yani diyaloga) çekmek için özellikle yapmış.

***

Roman boyunca Muinar çok sayıda kadının öyküsünü anlatıyor ama birkaç tema sürekli tekrarlanıyor. Bunların özellikle iki tanesi çevresinde dönüyor tüm öyküler. Birincisi insanın doğaya hükmetme istemi. Bu istem doğrultusunda maden yataklarını yok edişi, denizleri, içme sularını kirletmesi, hayvanların habitatlarını tahrip edişi sık sık dile getiriliyor. İlerleyen sayfalarda anlıyoruz ki Muinar, insanın kendini evrenin merkezinde sanmasına, tüm doğa yaratıklarının Efendisi olmasına karşı. Roman özellikle hükmetme isteminin yok edici gücünü çok fazla hissettiriyor.

İkinci tekrarlanan tema ise, erkeğin kadına hükmetmesi: Muinar’ın en sinirlendiği şeylerin başında kadınların örtünmeleri geliyor. Bazen çok politik bir duruşla başlayan bu konudaki konuşmaları, bir de bakıyorsunuz çok sevimli ama bir o kadar da dırdırcı yaşlı bir kadının laflarına dönüşmüş. Muinar’ı sanırım okurun gözünde gerçek yapan da bu duruşu, bir kişiliğinin olması, bazen gereksiz yere kızması ya da boş konuşması ama yine de her zaman bilge olabilmesi.

Roman hep kopuk kopuk öykülerden oluşuyor. Arada sürekliliği sağlayan şeyin önceleri, Muinar’ın bu öykülerdeki kadınların içlerinden ve yaşamlarından geçmiş olması sanıyoruz ama aslında öykülerde anlatılan her kadının bir diğer kadınla da gizli bir bağı var. Bunu fark edince roman ayrı bir anlam kazanmaya başlıyor. Örneğin, trafik kazasında alnını vurduğu için arabasını ve evini bulamayan kadın (s. 226) daha sonra bir başka kadının alnındaki izle (s. 253) birleşiyor. Aynı şekilde taşlar ve ırmaklar birbirlerine ne denli yakın olduklarını anlamamızı sağlıyor.

***

Latife Tekin edebiyatında, özellikle son romanlarında, beni etkileyen öğelerin başında animizm dolu bir dünya görüşü geliyor. Onun anlattığı evrendeki her şey canlı: yıldızlar, taşlar, madenler, sular ve hatta ölüler. Muinar’ın evreninde bir yanda hükmeden ve yok eden insan, diğer yanda da doğanın suyuna giden, doğanın gizemini çözen insan yatıyor. Biri doğadaki canlıların efendisi olmak peşindeyken, diğeri doğadaki her şeyin canlılığını savunuyor ve canlı kalması için çırpınıyor. Elime, Muinar’a kimlerin yanında savaştığını, mağarada kimlerin kılıcını parlattığını sorduğunda şöyle yanıtlıyor: “dünyanın canlı olduğuna inananların tabii, kimlerin olacak, canlı cansız ayrımı yapanlara karşıydık, kadın erkek savaşının özü bu, dağların kemiklerini kırıp ovaların tüylerini yolanlarla savaşıyorduk.” Burada yazarın seçtiği sözcükler “tüylerin yolunması” “kemiklerin kırılması” gerçekten de kadın erkek savaşını çağrıştırıyor.

“Muinar” soluk soluğa yazılmış hissi veren bir roman. Anlatının heyecanı hissedildiği gibi, bazen soluk almadan bir öyküden diğerine geçiliyor. Öykü her sayfada en az bir kez parçalanıyor, hikâyeler peş peşe, sanki birbirlerinin içinden çıkıyorlar. Bu, kuşkusuz okumayı zorlaştırıyor ama bir noktadan sonra, öykülerin peşinden gitmek gerekmediği, asıl önemli olanın bunca anlatılan hikâyenin, bir dünya görüşü ve siyasi duruşa temel oluşturduğu anlaşılıyor.

Yazı boyunca “Muinar”dan hep roman olarak söz ettim ama gerçek şu ki, bu kitabı roman olarak görmek yanlış. Yayınevinin editörleri de benzer düşünceyle, her kitabın kapağına koydukları “roman” alt başlığını bu kitabın hiçbir yerine yazmamışlar. Latife Tekin’in romanlarının ne denli şiirsel olduğu hep bilinir ama “Muinar” şiirsel bir roman değil, politik bir (ya da birkaç) tez üzerine yazılmış bir şiir, Tekin’in diğer romanlarından bu anlamda çok farklı. Bu romanı okumak kadar üzerinde tartışmak da keyif verecektir okurlara, çünkü ele alınan konular sayılamayacak denli çok. Tarih öncesinden yirmi birinci yüzyıla kadar geniş bir zaman dilimi; Kızılderililerden Çin’e dek uzanan bir coğrafya; türban sorunundan nesli tükenen hayvanlara ve Körfez savaşına kadar uzanan yelpazede konular.

Şimdi sormamız gereken soru şu: ne zaman içimizdeki cadı uyanıp bizi dünyada yaşananlara karşı uyaracak?

Asuman Kafaoğlu-Büke Edebiyat Eleştirileri, Dünya Gazetesi Kİtap Eki, 05 Ocak 2007

_______________________

Yazar soruyor yazar yanıtlıyor

Latife Tekin,'Yaşlanacağımızı düşündüğümüz için yaşlanıyoruz; yoksa ne zaman var ne yaşlanmak' diyor.

'Bir kadın manifestosu' olarak adlandırılan 'Muinar'ın yazarı Latife Tekin'le genç yazar Sema Kaygusuz görüştü. Tekin, 'Hiçbir destan, masal, dağları eritmiş kadınlardan söz etmiyor. Kadınlar doğaya ilişmediler. Irmakların yerini değiştirip dağları yıkmaya kalkışmadılar. 'Muinar', erkekleri dünya suçlusu ilan ediyor. Dünyaya tecavüzden tutuklanması gereken bir cins erkekler' diyor

Sözü tamamen edebiyata bırakıyoruz. Her perşembe bir yazarla, bir diğer yazarın konuştuğu söyleşiler yayımlayacağız. Bazen edebiyat dışı alanlara girmeye de niyetimiz var, ama bu sayfa her hafta sadece yazarlara ait olacak... Perşembe Söyleşileri'ne Latife Tekin (solda) ve Sema Kaygusuz'la (sağda) başlıyoruz.

Latife Tekin'in, 'Sevgili Arsız Ölüm'le başlayan etkileyici serüveni, bu kez bilinmedik bir yöne doğruldu. Hiç olmayan bir yere... Kendisiyle son romanı 'Muinar' üstüne söyleştik. Onun içinde uyanan bilge kocakarı sanki hâlâ orda, Latife'nin sesinden konuşmayı sürdürüyordu. Doğrusunu isterseniz kiminle konuştuğumu zaman zaman ben de karıştırdım. Büyük olasılıkla ikisi de ordaydı.

* Sevgili Latife, 'Unutma Bahçesi'ne nokta koyduğun yerde karşımıza 'Muinar'la çıktın. İkisi arasındaki bağlantıdan söz eder misin?

Muinar, yerle gök arasında, boşlukta yakaladı beni, 'Unutma Bahçesi'nden hemen sonra, daha öncesinde etrafımda dolanmış, varlığını mutlulukla taşıyamayacağıma karar verip geri çekilmişti, ruhlar, kitap okuyor anlaşılan, "Unutacağımız hiçbir şey kalmayana dek her şeyi unutabilsek, Tanrı'yla karşılaşacağız, ama unutamıyoruz oraya kadar bir türlü." 'Unutma Bahçesi'nden bir cümle bu, 'Muinar' romanımı, cümlelerimi ciddiye alıp harekete geçti.

Kaç bin yaşındaki bir kocakarıyla söyleşmek nasıl bir şey? Bu kadar yaşlı bir kadınla didişmeyi nasıl göze aldığını merak ediyorum.

Ürktüğüm için önceleri yok saymaya çalıştım onu, 10 bin yaşında filan olmalıydı, derin geçmişin uçurumuna yuvarlanırım diye korktum, dinledikçe merak uyandı içimde, korkum hafifledi giderek, bizim havamızda, bugünden ses vererek konuşuyordu çünkü, hayat doluydu üstelik, eğlenceli masallar anlatıyordu, uzak yakın geçmişin bilgisi, görgüsüyle şimdiki zamanı neşelendiren bir ruh sızmıştı içime, romana başlamadan önce, bir sabah, daha sonra hiç unutmadığım bir düşünceyle uyanmıştım uykumdan, dünyada varolmuş ilk kadınla aynı yaştayım ben! Sandığımdan çok daha yaşlıyım, dünya elime doğmuş ve ben dünyanın eline doğmuşum, 'Muinar'la yaşıt sayılırdık, saati kolumdan çözüp öyle yazmaya koyuldum bu kitabı.

* Muinar ile yazar Elime arasındaki ilişkiye zoraki diyemeyiz değil mi? Bana daha çok emrivaki bir ilişki gibi geldi.

Muinar, ses vermeye başladığında, niyetinin beni öldürmek olduğunu düşündüm doğal olarak, başka hangi niyetle içime sızmış olabilir, yaşama hakkımı savunup direnmeye çalıştım, yapabileceğim fazla bir şey yoktu, yakalanıp tutulacak bir varlık değil, görünmez, ölümsüz bir kadının ruhu, anlattıklarına kulağımı kapatırsam rüyalarımı karıştırıp uzak düşlere sürüklüyor beni, 2 bin, 3 bin yıl önce Anadolu'da yaşamış bir kadının, taş döşeli sokaklardan, yağmur altında ağlayarak süzülüp gittiğini görüyorum, bir an yüzü ışıyor işte, o yüzün benim yüzüm olduğu duygusuyla ürperiyorum, tehditle, zorbalıkla, bakışımı, düşüncelerimi şaşırtıp oyunlar oynayarak varlığına alıştırdı beni.

* Muinar biraz da yaşlılık fikriyle doğmuş olmalı. Yaşlanmakla ilgili ne düşünüyorsun?

Yaşlanmaya başladığımı, kollarımdan, ayaklarımdan, kalbimden önce, gözlerim bana söyledi, kendimden gençleri seçip ayırmaya başladım, oysa daha önceleri, kendimden yaşlıları seçip ayırırdı gözlerim, 30'lu yaşlarımda, böyle bir bakış bükülmesinden geçtim. Kendimi gençlerin değil, yaşlanmaya başlayan insanların yanında hisseder olduğum o günlerde duygularımı yazdığım bir defterim vardı. Notlara dayanarak bir öykü yazmıştım. Her sabah doğduğumuzu, akşam yaşlandığımızı ve gece öldüğümüzü, sonra sabah yeniden doğduğumuzu, bize verilen her günün bir ömür olduğunu söyleyen bir öykü... Yol kısalınca, insan sapıp çıkıyor yoldan, öyle yaptım ben de, zaman yok demeye başladım, yaşlanacağımızı düşündüğümüz için yaşlanıyoruz, öyle düşünmesek, ne zaman var, ne de yaşlanmak....

Fernando Pessoa'nın bir cümlesi var: "İnsan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır."

* Sen yaşadığın her ruhsal çalkantıyı, her bilinç değişimini olduğu gibi okura aktaran dürüst bir yazarsın. Hissetmek de ustalık istiyor. Muinar hangi sezgiyle açığa çıktı?

İnsan zihin müptelası bir yaratık, en yıkıcı bağımlılığımız bu, o kendi kendine bir şeylere inanır, bir şeylerle çatışır, açık kalmış televizyon gibi görüntüler yansıtmaya, söylemeye, düşünmeye, duygulanmaya devam eder, kinlenir, öfkeye kapılır... Siz uyur uyanırsınız, o durmaz çalışır öyle, gözünüzü sabaha açarsınız, on gün önce kızdığınız birine laf yetiştirdiğini duyarsınız onun. Biraz olgunlaşabildiysem, zihnime karşı, hiçkimse olmaya doğru olgunlaştım, benim ruhum, zihin engelini aşmak istiyordu, zihin denen şeyden, insanın bir aygıtı mı, aleti mi neyse, sıyırmak istiyordu yakasını. Kendimi bildim bileli, kendimden yoksun olmak istedim ben, yoksun kalmak, sonsuz titreşimli doğaya açılıp silinerek her şey olmak...

* Muinar, aklı doğanın karşıtı olarak gören zihniyete karşı neredeyse meydan okuyor. Bu meydan okuyuşu biraz daha açıklar mısın?

İnsanlar, dünyanın cansız olduğuna nasıl karar verdiler, dönüp sezmeye çalışıyorum bunu. Üstünde yaşadığımız gezegenin kendisinin cansız olduğuna inanıyoruz, bundan hiç kuşkumuz yok, doğru bir düşünce mi bu, nasıl emin olmuşuz bundan o kadar, dünya boşlukta dönüp duran cansız bir gezegen mi? Topraktan hayat fışkırıyor, bitkiler ve ağaçlar canlı, biz insanlar canlıyız, ama toprak cansızdır diyoruz, kayalar ve taşlar cansızdır; su, hayat kaynağımız, ama suyun kendisi cansızdır, canlı olan acı çeker, cansız olan acıyı bilmez... Su acıyı bilmez, kayalar çığlık atmaz, içi sızlamaz dağların... Bana sorarsanız, insan, doğaya saldırdı, gezegeni yağmalamaya başladı ve saldırganlığını meşru kılmak için de kafasında böyle bir ayrım yaptı. Ben canlıyım, dünya cansız diye diye felakete sürükledi dünyayı. Muinar, daha fazlasını söylüyor, 'Dünya canlıdır ve dişidir' diyor, 'hayatı canlı cansız diye bölüp canlıdan yana vicdan tesis etmiş olanlar, aletler yaparak doğaya saldırmış olan erkeklerdir.' Hiçbir destan, masal, dağları eritmiş kadınlardan söz etmiyor, ormanları baltalamış kadınlardan, kadınlar doğaya ilişmediler, dünyanın aynısı, kız kardeşi olarak yaşayageldiler, ırmakların yerini değiştirip dağları yıkmaya kalkışmadılar yani. Muinar, erkekleri dünya suçlusu ilan ediyor, dünyaya tecavüzden tutuklanması gereken cins!

* Muinar'ın politik yanına değinelim biraz. Kitabın bir kadın manifestosu olduğunu apaçık söylüyorsun. Romandaki doğaya dönüş önerisi eko-feminizmle birebir denk düşüyor. Ama başka şeyler de var. Hızlanma, gündelik hayatın içinde rol alma gibi... Biraz daha açar mısın bu manifestoyu?

Eko-feministlerin, eko-anarşistlerin ne söylemeye çalıştıklarını az çok biliyorum, o cephede canlı bir tartışma sürüp gidiyor. Dünyanın geleceği için savaşacaksak, doğayı göz ardı edemeyeceğimizin derin bir uyanışla farkına vardık. Tartışmaları izlemeye çalışıyorum ama ben romanlar yazarak, cümle cümle kendimden öğrendim bildiklerimi, bundan 10 yıl önce. 'Ormanda Ölüm Yokmuş'u yazmaya başladığımda, kitabımla yalnız kalacağımı düşünüyordum, yolum, ormandan unutmaya açıldı, aslolana ulaşmak için, zihin engelini aşmak gerektiğinin fark etmiştim, sonra işte Muinar üstüme aktı boşlukta. 'Kadın için hız almak iyidir' diyor, erkek yavaşlasın, kadın hızlansın... Hatta dursun erkek, fazla koştu, savruldu... Kadın-erkek meselesi, yüzleşilmesi zor, ağır bir politik meseledir zaten.

* Muinar'a deli diyemeyiz, ama delimsek bir yanı olduğu aşikâr. Bilinçle bilinçdışılık arasındaki salınım tüm romana hakim. Okurken bir deli arıyor insan, ama herkes alabildiğine hınzır ve fazlasıyla şakacı. Egemen kültürü muzipçe alaya almışsın. Bu alayın ciddiyetinden söz edelim biraz.

Muinar, Kültür Faşistleri! diyecek hale gelmiş, dilinin kemiği yok, delirenlerin, bugün içine sıkıştığımız hayatı tam da olduğu gibi, tüm sefaleti ve ağırlığıyla görüp hissetmediklerini kim söyleyebilir. Katlanamayanları, deli sayıp dışlamak akıllı düzen kölelerinin işine geliyor. Bilinç dediğimiz şeyin, yeni baştan tanımlanması gerekiyor bana kalırsa, bilinç dışılık diyegeldiğimiz şey, bilincin ta kendisidir belki de.

* Sevgili Latife, kendi zamanını yaratan bir yazar olarak, kendi roman anlayışını nereye oturtuyorsun.

Kendi zamanımı yarattığımdan pek emin değilim, kendimden yoksun kalma arzusuyla doluyken, bunu yapıyor olabilir miyim, ben her şeyi boşluğa savurmak istiyorum. Dünyada yaşamak zorunda bırakıldığımız hayata inanmıyorum, bana baştan sona yanlış olmuş gibi geliyor. Gökdelenlere inanmıyorum, otobanlara, yarış otomobillerine, füzelere, hükümetlere, paraya, ticarete, kentlere inanmıyorum, romanım, kendine yer istemiyor, doğada kendiliğinden varolan her şeye karşı içimde bir sıcaklık, insanın yaptığı her şeye karşı da kuşku ve soğukluk var, cümlelerim, insanın yarattığı yaşam alanlarının uzağına çekiliyor.

SEMA KAYGUSUZ Perşembe Söyleşileri, Radikal, 11 Ocak 2007

Bağlantılar:

* "Gümüşlük Akademisi"
    Latife Tekin'in Yönetiminde Çalışmalarını Sürdüren Vakfın Sitesi

* "Unutma Bahçesi"
    Unutma Bahçesi ve Latife Tekin İçin Yapılmış Bir Site

* "Latife Tekin’le Sözünü Sakınmadan."        Semih Gümüş ve Ömer Türkeş. Sabit Fikir/İstanbul Modern Söyleşileri. (2012)

* "Muinar"        İletişim Yayınlarında Muinar Sayfası